Öykü

Entropik Çöküş

1. Bölüm: Uyanış

Gözlerini açtı. Korkunç bir kış rüzgârı ortalığı yıkarcasına esiyordu. Hava tuhaf bir şekilde açık ve güneşli, ama buz gibi soğuktu. Sinir bozucu bir tezatlık, ortamda uğursuz titreşimlere sebep oluyordu. Kısa kesimli saçlarını yarısı kırık çeşmenin altına tutup suyu açtı. Aynaya bakmak için kafasını kaldırırken kafasını çeşmeye çarptı. Acıyla gözleri sulanırken yalpaladı ve ahşap zemine düştü.

Sinirlendi. Dakikalardır kendine gelememişti. Bir anda dehşetle kalakaldı. Kimdi ? Nerdeydi ? Korkunç bir boşluk tüm hafızasını kaplamıştı. Hemen aynaya koştu, tam yüzünü görecekken sırlı cam paramparça olup kendi kendine yere düştü. Parçalar dört bir yana dağıldı.

İstemsizce çığlık attı. Ellerine, kollarına vücuduna baktı. Ne olduğunu neden burada olduğunu ne yaptığını bilmiyordu. Ahşap izbe kulübeden dışarı çıktı. Issız bir adadaydı. Tuhaf yoğunlukta mora çalan maviye boyalı gökyüzü, güneşin esrarengiz solukluğuyla birleşiyordu.

Hemen dibinde denize dik, sarp, vahşi kayalıklar dev dikitler oluşturarak bu yalnız kara parçasına hapishane benzeri bir görünüm vermişti. Rüzgarla köpüren dalgalar kıyının içlerine kadar düşüp kimliksiz insanı ıslatıyordu. Kırılacakmış gibi yana eğilen uzun palmiye ağaçlarından inler gibi bir ses belli belirsiz şekilde etrafa yayılıyordu.

Bu kısa şoktan toparlanmaya çalışırken kimliksizi asıl sarsan şey biraz sağına dönünce adanın içine doğru engebeli bir keçi yolunun götürdüğü o iğrenç bataklıktı.

2. Bölüm: Vakum

Her ne kadar hafızası silik olsa da hayatında ilk defa bataklık görmediğini biliyordu. Bataklık denen nesneyi daha önce bir şekilde bir yerlerde görmüştü. Ancak bu karşısındaki, bir doğa olayı olamayacak kadar anormaldi. Tuhaf, fokur fokur kaynıyormuş gibi görünen balçık rengi yüzeyinde huzursuz girdaplar oluşuyor, irili ufaklı büyüyen kara delikler birbiriyle son sürat kaynaşıp ayrışıyordu. Nereden geldiği anlaşılmayan dalgalanmalar bir anda belirip kayboluyor, birbirleriyle olmayacak açılarla kesişip bölünüyordu. Tekinsiz sıvının yüzeyinden insanın kendisine doğru dalga dalga ağır bir dünya dışılığın enerjisi vuruyordu. İnsanlık dışı, tanrısız bir lanetin balçıktan dışkısı gibiydi.

Mide bulantısını zorlukla zapt etmeye çalıştı. Bir yandan gözlerini kaçırıyor ama bir yandan da bu evrenin ötesinden geliyormuş gibi dalgalı sislerle fokurdayıp boğuk tonlarla inildiyormuş gibi duran bataklığa sürekli bakmak istiyordu. Sanki onda doğru çekiliyordu. Tıpkı galaksileri, hatta ışığı bile yutabilecek kadar ağırlaşıp çöken kara deliklerin tüm maddeyi kendine vakumlaması gibi o da bataklığa doğru gidiyordu.

Ayaklarını sürüye sürüye giderken gözleri hipnozda gibi ağırlaşmıştı. Bataklığa vardığında öylesine ağır, tarif edilemez yabani bir yoğunlukla karşılaştı ki, insani tüm gücünün ayaklarından jet gibi çekildiğini hissetti. Kendini bıraktı.

3. Bölüm: Dehşet

İlk başta çok soğuktu. Titredi, dişleri çatlayana kadar. Sonra bir sıcaklık yayıldı. Yapışkan tutkal gibi uzantılar hissetti. Eskilerin uğursuzca söz ettiği, kısık fısıltılarla ima ettiği antik kötülük masallarından fırlamış tanrısız kafirliğin canavarsı vantuzları her yanından etine temas etti. Ses tellerini yırtarcasına çığlık atmak istiyor ama ağzından içeri ağır bataklık sıvısı doluyordu.

Vantuzları dokunduğu her yerden yaşam enerjisini emen bataklık canavarı, aslında bataklığın ta kendisiydi. Bilinçaltının dipsiz cehennemi boşluklarında yaşayan bu adsız şey, uzun zaman sonra yeni bir varoluş kurbanı bulduğu için çok neşeliydi. İlkel, boşluksu hazlarla kimliksizin depresyonunun mor renkli okyanusunu sömürüyor, onu cansız, halsiz, umutsuz bırakıyordu. Doğumundan gelen narin özünü kırık dişleriyle yiyip irinli midesinde sindirdi. Ezoterik cehennemlerin dibinden gelme astral tortuların eflatun renkli bataklık balyası, yapışkan mide bulandırıcı uzuvlarının üzerinde on binlerce gözünü korkunç bir dehşet anında açıverdi. Hepsi birden, o iğrenç, yabancı, uzaydan gelme bilinmeyen tanımsızlığın gözleri, varlığın derin çukurlarına bakacak kadar cesur ve aptal olan herkesin üzerine bir kez dikildi mi onu sonsuza kadar lekeler, ruhunu lanetler ve kendi Hiçliğin Lejyonları’na katardı.

O bataklık varoluşun anlamsızlığından beslenirdi.

Lejyonlara katılmak için ön şart kimliğini, benlik kavramını eritip galaksinin dışındaki kara deliğin klozetlerine atmak ve deliğin içinde sifonu çekip döne döne yok olmasını izlemekti. Tam o süreç, depresyonun, anksiyetenin sonsuz huzursuzluğuyla vantuzlanan kimliksiz için bitmek bilmez bir azaptı.

İşte böylece o da artık uğursuz ıssız adanın sakinlerinden biri olmuştu. Kuru kafalardan örülü entropik izolasyonla çevrili bu yalnızlığın adasında bataklığın gölgesinde halinden buruk ve bitkin bir şekilde memnundu. Kendini çürümeye bırakan bir Buda kadar sakindi. Bir karıncanın can çekişini izlerken karanlık güneşe gülümsedi. Gözlerini kapattı. Daha fazlasına ihtiyacı yoktu.

Can Çelikel

12.03.1992 Alanya doğumluyum. Kimya mühendisliği mezunuyum. İzmir’de yaşıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Elinize sağlık. Yine siz yine serbest çağrışım. :yum: Ama ne yazık ki bu kadar fazla yapınca değeri düşüyor. Böyle cümleler okuyucuya etkileyici gelmekten ziyade bir süre sonra sadece yoruyor:

    Merak ettiğim birkaç konu:

    Issız bir adada olduğunu tam olarak nasıl anladık? Biraz eksik kalmış gibi geldi.

    Acaba bunu bilerek mi yazdınız yoksa serbest çağrışımın azizliğine mi uğradınız? :yum: Belki de bataklık, kurguladığınız dünyada başka anlamlar da taşıyordur. O nedenle sormak istedim.

    Beğenmekle birlikte yoruldum, bu kadar kısa metin okuyucuyu bence yormamalı. Eleştiri değil, bir okuyucu gözünden deneyimlerimi aktardım. Elinize sağlık.

  2. kafa çok dağınık olunca yazı da dağınık oluyor. zaten o yüzden düzgün rasyonel bir kurgu yaratamıyorum çünkü kafa yorgun :slight_smile: ama demek istediğini anlıyorum bu beni de yoruyor. ama bir yandan da içimde kalan karmaşık saçmalıkları kusuyorum işte :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for can.celikel Avatar for ulu.kasvet