Öykü

Feyyaz

Çapkın, şeytan tüylü ya da zampara değildi Feyyaz. Kendisinin de bilmediği bir hastalığı vardı…

Taş çatlasa otuz beşindeydi. Yeşil gözleri başkalarına göre doğanın bütün canlılığı demekse de bana göre bir gölün görünmeyen dipsizliği kadar güvensizlik demekti. Bir adım atsan sanki ayağına bir şey batacak ya da vahşi bir su canlısı canını yakacaktı. Görünmeyenin uyandırdığı korku hissi, onunla karşılaştığımda gözlerimi kaçırmama sebep oluyordu. Gerçi onun da bana baktığı yoktu ya, neyse… İkimiz de razıydık bu duruma. Yaşıtlarının kafası ay gibi güneşi yansıtmaya başlamışken, onun gür ve dökülmemekte inatçı saçları ne canlar yakıyordu. Öyle boylu poslu değildi. Ortalama bir Türk erkeği kadardı. Yüzünün ortasında, kadınları için giriştiği dövüşlerden eğrilmiş burnu, bıçak yarası gibi cezbedici bir etki bırakıyordu görenlerde. Çocukken o kadar da kalın olmayan dudakları, belki de sevgililerinin dudakları arasında korlaşmış ve dolgunlaşmıştı.

Feyyaz hiçbir zaman kadınsız kalmamıştı. Bunda, aynı anda idare edebildiği birden fazla kadının etkisi büyüktü tabi. Bütün aldatmaları, kusursuz bir cinayetin plan örgüsüyle aynı paralellikte işliyordu. Civarda ne kadar ankesörlü telefon varsa, hepsinin yerini biliyordu. Her telefon kulübesine bir sevgilisinin adını vermişti ve o isimli kulübede başka isimli bir sevgilisiyle görüşme yapmıyordu. Aldatma ritüellerinde mabetlerine sadıktı. Onun için uzak-yakın, güzel-çirkin, zengin-fakir, yaşlı-genç ayrımı yoktu. Aynı ortamda bulunmamaları kâfiydi. Önüne kim çıksa, bakışıyla kimin kalbinin ritmi az bir şey oynasa, Feyyaz’ın çekimine kapılıyordu. Kadınlar onda ne buluyordu? Bir türlü anlayamıyordum. Sanki dünyanın çekim merkezi Feyyaz’ın kalbindeydi.

* * *

Yaprağın kıpırdamadığı, sıcak mı sıcak bir akşamüstü, mahalleye kara bir haber düştü. Feyyazların evinden feryatlar yükseliyordu. Başta anlam verememişti kimse ama ertesi gün, gün ağardığında anladık Feyyaz’ın öldüğünü. Herkes, yine bir kadın davasıyla tutuştuğu kavgada başına bir şey geldiğini düşünmüştü. Oysa Feyyaz’ın vücudunda tek çizik bile yoktu.

Feyyaz’ın ani ölümü ailesini perişan etmişti. Evin tek çocuğu, ömrünün yarısında ansızın çekip gitmişti. İçtiği rakı dışında kötü bir alışkanlığı yoktu. Kötü çocuk da değildi özünde. Çaldığı kalpler dışında suça bulaşmışlığı yoktu. Ailesi, ölümünü şüpheli bulup otopsi yaptırmaya karar vermişti. Otopsi raporunda ölüm nedeninin kalbindeki deliğe bağlı kalp yetmezliği olduğunu öğrendiğimde, bende de taşlar yerine oturmaya başlamıştı.

O gün kimse havanın sıcak oluşuna aldırmamış, son yolculuğuna uğurlamak için Feyyaz’ı yalnız bırakmamıştı. Bütün mahalleli cenazeye katılmıştı neredeyse ama kalabalığın azımsanamayacak bir kısmını da daha önceden tanımadığımız, bilmediğimiz kadınlar oluşturmuştu. Öyle ya mahallenin çoğu kızını elden geçirmişti çok öncesinde. Ailesine taziye dileklerini ileten türlü yaşta ve türlü tipteki kadınlar, birbirleriyle göz göze geldiklerinde, içinde bulundukları durumun farkına geç de olsa varabilmişler ve daha merasim bitmeden birer ikişer orayı terk etmeye başlamışlardı. Biriyle iken diğer sevgilileriyle yollarının kesişmemesinin ince hesaplarını yapan Feyyaz, kendi cenazesini hesaba katmamıştı. Gerçi kendisi için ayrılmış bölümde kılını kıpırdatmadan yatıyor oluşu, artık bu durumdan hiç de rahatsız olmadığının bir göstergesiydi sanki.

Son kürek, son toprağı attıktan sonra, Feyyaz’ın annesi, defin sırasında kadınların orada bulunamayacağı inancına sahip kalabalığı bir hışımla yararak, oğlunun mezarına sarılmış ve yüreğinde yaktığı ağıtı haykırmıştı etrafa: “Kara bahtlım, kara yazılım, şimdi kara toprağın, şimdi kara toprağın…” Uzaktan izleyen kadınlar hep bir ağızdan sözleşmişçesine, ağıtı duyar duymaz içli içli ağlaşmışlardı. Gözleri yaşaran erkekler başlarını eğerek gözyaşlarını gizleme telaşındaydılar. Herkesin yüreği cız etmişti o gün, benimki hariç.

Herkes genç yaşta yitip giden bir adamın üzüntüsünü yaşıyorken, ben, bir otopsi doktoru edasıyla, onun hastalığı hakkında analizlerimi yapıyordum. Aslında kadınların Feyyaz’da çok da bir şey bulduğu yoktu. Kalbini elime aldığımda anlamıştım ki onun tüm çekiciliğinin, çekim gücünün kaynağı işte kalbindeki bu kara delikti. Feyyaz’ın kalbine dökülen tüm sevgileri yok eden bu delik, onun birini sevmesini, birine bağlanmasını tıbben imkânsız kılmıştı. Sürekli sevgi açlığı hissi yaratmış, önce içine çektiği diğer kalpleri yutmuş, yuttukça büyümüş ve sonunda Feyyaz’ı da almıştı içine. Doktorlar ne derlerse desinler, benim teşhisim buydu.

Ben kim miyim? Ayşe… Nam-ı diğer Kalpsiz Ayşe. Yıllar yıllar önce kalbi sevdiği tarafından çalınmış, sonra da iki çocuğuyla bir başına bırakılmış kadın. Belki o da Feyyaz’la aynı hastalıktan muzdarip başka bir kadına tutuldu, belki başka bir şey. Şimdi ona bir de teşekkür mü edecektim sayesinde Feyyaz’ın çekimine kapılmadım diye? Neyse ne… Yaşandı gitti. Kalp sadece sevmeye yaramıyor bende…

Okan Bedir

1984 yılında İstanbul’da doğdu. Orada büyüdü, orada ölmeyi düşünmüyor. Dünya’ya gizlenmiş şiirlerin peşinde sokak sokak dolaşıyor, ara sıra yüzüne öyküler çarpıyor. Şiirlerini kitaplaştırma çalışmaları süren zat-ı muhteremin Orhan Veli hayranı olduğu söylenir. Hatta bir keresinde, akşam vakti mezarını ziyarete gittiği, kararan havanın da etkisiyle mezarını bulamadan zor bela yolunu bulabildiği rivayet edilir. Onun izinde, onun sadeliğinde, herkes için anlaşılabilir bir dil görüşüyle edebiyata katkı sunma gayretindedir. Bir finans şirketinde çalışıyor. Rakamların sıktığı yakasını, harflerle gevşetiyor.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for ebuka ebuka says:

    Nur içinde yatsın Feyyaz üstadımız, değerli adamdı:) en kısa zamanda kabrini ziyaret edeceğim İnşallah.
    Ben beğendim öykünüzü, kaleminize sağlık. Ama nacizane tavsiyem teknik açıdan biraz daha güçlü olabilir öyküleriniz.
    Sevgi ve saygılarımla…

  2. Avatar for Arokan Arokan says:

    Teşekkür ederim. Haberleşip birlikte ziyaret edelim. Ben de ne zamandır gitmedim ziyaretine. Hem bu vesileyle tanışmış oluruz. Teknik açıdan dediğiniz gibi muhakkak ki üzerine tuğlalar konulabilir, haklısınız. Benim edebiyatla ilgili tarzım; herkesin anlayabileceği ve sıkılmadan okuyabilmesini sağlayıcı bir dil kullanmak yönünde. Bu durum yazdığım şiirler için de geçerli. Bu düşüncelerime “yazar hakkında” bölümünde değinmiştim fakat öykünün sonuna da eklememe rağmen yayınlanmamış. Sanırım hakkında bilgi sahibi olunmaya değmezmişim :slight_smile: Şaka bi yana insanları edebiyata çekme konusunu kendime bir görev edindim. İlerleyen zamanlarda gelişimim beni teknik olarak nasıl etkiler bilmiyorum. Cahillik kara deliğinin yanıbaşında el feneriyle insan avlıyorum napim :slight_smile: Sevgiler.

  3. Avatar for Arokan Arokan says:

    “Yazar Hakkında” kısmı eklenmiş :slight_smile:

  4. Avatar for ebuka ebuka says:

    Ben de tanışmayı çok isterim:) hem önemli bir ortak noktamız var: İkimiz de mizahı seviyoruz anlaşılan. Güzel öykülerinize devam etmeniz dileğiyle, bol selamlar…

  5. Avatar for Arokan Arokan says:

    Mizah; her şeye rağmen gülebilmeye izah…
    Yollar bir gün buluşturur bizleri muhakkak. Sevgiyle kalın yeter ki :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

19 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for gayekcelik Avatar for MuratBarisSari Avatar for ebuka Avatar for Muge_Kocak Avatar for ulu.kasvet Avatar for Sercesahin Avatar for Serdiven Avatar for Arokan Avatar for Haluk_Cevik Avatar for kucukrengeyigi