Öykü

Gazeteci Daktilosu

“Hilmi Efendi! Hilmi Efendi bak bakalım bir buraya…”

Yorgun ayak sesleriyle, emekliliğin kıyısındaki Hilmi Efendi, sınıfsal bir saygıyla açık kapıyı çaldı. Birkaç saniye bekleyerek içeri girdi,

“Buyurun beyim.”

Önündeki daktiloyla uğraşmaktan sinirlenmiş ve elleri mürekkeplenmiş olan editör Kamil Bey umarsızca ve azarlamaya hazır bir şekilde kafasını kaldırıp Hilmi Efendi’ye baktı. Dudakları küfürsüz birkaç küfür cümlesi etmeye hazır aralandı,

“Sen oynadın mı bu daktiloyla?”

Hilmi Efendi’nin gözleri korkuyla açıldı. Aman Allah korusundu! Giderayak maaşından bir daktilo parasının kesilmesini göze alamazdı. Üstelik dokunmamıştı bile o alete. Altının tozunu almak için bile kaldırmazdı onu yerinden.

“Yok beyim dokunmadım bile! Ne tozunu alırım ne yerinden oynatırım. Tövbe ben elimi sürmedim!”

Kamil Bey sıkılgan bir tavırla rüzgarı tokatladı,

“Tamam, tamam anladık. Sen şu Süleyman’ı çağır bakayım bana, o anlar bunların dilinden.”

“Tabi beyim…” diyerek uzaklaşıyordu ki arkadan seslenildiğini duydu Hilmi Efendi, “İki de çay getir!”

“Tabi beyim, tabi…”

Hilmi Efendi yorgun adımlarla koridorun sonundaki Süleyman’ın odasına gitti. Açık kapıyı aynı saygıyla çaldı, kendisinden belki 30 yaş küçük Süleyman’ın önünde zaten kapalı olan ceketinin önünü bir kez daha iliklemeye çalışarak,

“Editör beyim sizi görmek istiyor.” dedi.

“Sağol Hilmi Efendi.” diyen Süleyman rahat hareketlerle ayaklanmaya başladı. Gözlüğünü masaya bırakıp ceketini giydi. El yordamıyla kravatını düzeltti, masadaki sigarasını ve kibritini ceketinin cebine koyup, saçlarını geriye doğru sıvadı.

Ağır adımlarla editörün kapısına gelen Süleyman, Hilmi Efendi gibi ama ondan daha dik duran bir saygıyla kapıyı çalıp içeri girdi,

“Buyurun efendim, beni istemişsiniz.”

Editör Kamil Bey ellerini bir mendile silerek ayağa kalktı ve Süleyman’a daktiloyu göstererek,

“Şu alete bir bakıver be Süleyman! Tuşu basmıyor, bassa yazmıyor, yazsa okunmuyor… Baktım mürekkebi var, mekanizmada da bir sıkıntı yok gibi ama tam yazıya başlayacağım, arıza veriyor.”

Süleyman teknoloji danışılan gençlere özgü bir kendine güvenle, bir gün oturma hayalleriyle yanıp tutuştuğu, editör koltuğuna oturdu. Önce makineye bir kâğıt takıp tuşları denedi. Editörün dediği gibi basmıyor, bassa yazmıyor, yazsa okunmuyordu. Hafif agresif bir hareketle çıkardı kağıdı makineden. Birkaç aksamını söküp incelerken Kamil Bey kenarda söyleniyordu,

“Olur mu yav, olur mu sabah sabah? Yarının manşetini, başyazısını yazmam lazım. Pek mühim hadiseler de yok gerçi ama boş çıkacak değil ya canım koca gazete!”

Süleyman küçücük aksamlarla uğraşmaktan yorulmuş, gülerek laf attı editöre,

“Gazeteci daktiloları böyle olur derler Kamil Bey. Öyle önemsiz hadise, asparagas haber oldu muydu, böyle su koyuverirmiş. İlla istermiş ki, tüm dünyayı etkileyen, vahim bir hadise olsun, o da böyle takır takır döktürsün.”

Kamil Bey de yarım ağızla gülerek,

“İşin gücün zevzeklik Süleyman! Hem tövbe de, günlerdir Cumhurreisinden bir haber gelmiyor zaten, Allah muhafaza…”

“Aman tövbe Kamil Bey, tövbe… Latife edeyim dedim, boşboğazlık oldu. Lakin ben bunun sorunu nedir hiç anlayamadım efendim.” diyerek çıkardığı parçaları yerine taktı Süleyman.

“Dilerseniz benim daktilomda çalışın efendim. Ben henüz notlarımla uğraşıyorum, daktilo etme safhasına geçmedim.”

“Tabi, tabi münasiptir, öyle yapayım.”

Birlikte odadan çıkacaklardı ki, Hilmi Efendi’nin yorgun bedeni belirdi karşılarında. Yüzü, ayakları daha bir yorgundu, 10 yaş daha yaşlanmıştı sanki, zar zor ayakta duruyordu. Yılların alışkanlığıyla açık kapıyı çaldı, gözündeki yaşlar bıyıklarından süzülür halde,

“Efendim, Cumhurreisi… Sizlere ömür…”

Kalpler kan pompalamayı durdurmuştu sanki odada. Kamil Bey, matem adımlarla masasına geri döndü. Koltuğuna yığılırcasına oturdu. Bir kâğıt taktı daktiloya. Yarının manşetini yazarken daktilonun her tuşu bastı, yazdı, okundu…

“Babamızı Kaybettik”

Umut Yakar

Ben Umut. Gençliğinin baharında Bukowski okumaya başlamış ve hayatını enteresanlaştırmış bir yazar, ara sıra da şairim.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. İyi Geceler:
    Önce sorayım en sona saklamam gereken soruyu; Kurgu mu yoksa gerçeklik payı var mı? Kişiler-yoksa tipler mi demeliydim- yerine oturmuş. Saygı iyi vurgulanmış ama diyaloglar… Acaba aralara o zamana yakışan bir kaç Osmanlıca kelimeyi ekleseydiniz daha mı iyi olurdu. Mesela editör yerine müdürü Umumi gibi. Mistik bir son olmuş hoşuma gitti. Güzel bir öykü. Elinize sağlık.

  2. Merhabalar, biraz daha uzun olmasını isterdim sanırım, cümlelerin akışını sevdim. Ama sonu etkileyiciydi, gözlerimi buğulandırdı.
    Sonraki seçkilerde görüşmek üzere

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for gayekcelik Avatar for OykuSeckisi Avatar for azizhayri