Gergedan Sami, Zargana Hamdi ve ben yine bir tartışmaya girmiştik. Zargana gerçek olamayacağında ısrar ediyor, bense gerçek olduğunu söylüyordum. Gergedan her zaman yaptığı gibi bizi izliyordu. Hararetimiz tavan yapmış, sesler yükselmişken, Usta sinirle aşağıya indi.
“N’oluyo lan burda? Kahve mi işletiyorum, bütün gün lak lak? Patlatmayayım şimdi, işinizin başına, eşşeoğlular sizi.”
Ben lastikleri taşımaya koştum. Zargana, boydan boya arabanın altına yattı. Gergedan biraz yavaştan aldığından enseye tokadı yedi. Usta locasına çıktığında birbirimize baktık. Bu tartışma burada bitmemişti, bu çok belliydi.
Akşam iş çıkışı, Zargana “Mekâna gidelim abiler.” dedi.
Babamdan yiyeceğim zılgıtı göze aldım, onları ikna etmek istiyordum. Mekânımız, ağaçların örttüğü kırık bir kır masası ve her oturduğumuzda üzerini kazıdığımız iki sıraydı. Kuytuda kalıyordu. Bizden başka takılan pek olmazdı. Gergedan, sırtı masaya dönük çöktü sıraya. Zargana masanın üzerine oturdu. Ben etraflarında dolanıyordum.
“Ulan herifin eli de bir ağır ki. Ensem yanıyor hâlâ,” diye ovuşturdu ensesini Gergedan. Zargana şöyle bir baktı.
“Yok lan kızarıklık falan. Hem senin derine kurşun bile işlemez. Gorilin tokatından n’olacak.”
“Vallahi oğlum. Cayırdadı resmen. Lemur lan, senin şu Peri’ye söyle de bi üflesin.”
“Onun hakkında böyle konuşamazsın” diye diklendim.
Patlak gözlerim, zayıf bedenim, bedenime göre büyük kafamla belgeselde izlediğimizden beri adımı Lemur takmışlardı. Ben de seviyordum bu adı, çünkü kimse anlamıyor, yabancı bir isim sanıyordu.
“Vay, vay, vay demek laf da konuşulmuyor bu memlekette. Var ya oğlum, senin ayakların yere basmıyor. Bir hayalin peşine takıldın kaç gündür, kafayı oynatacan.” dedi Zargana.
Ağzına aldığı çam iğnesini çiğniyordu.
“İster inanın ister inanmayın. Gördüm diyorum size. Benim odada. Bir kelebek kadar narin. Adını da Narin koydum zaten.”
“A! Bir de adı varmış, bak, bak sen,” dedi Zargana. İnanmak istemiyordu bir türlü.
“Göster diyorum sana, göstermiyorsun. Nasıl inanalım sana? Hem günah oğlum bunlar.”
“Neden günah olsunmuş! Allah’ı da görmüyorsun ama inanıyorsun. Buna da inan. Göstermeyeceğim.”
Allah kelimesi geçince kendimden korktum. Üçümüz de içimizden hızlı hızlı duamızı ettik.
“Çarpılacaz senin yüzünden. Onunla o bir mi? Tövbe tövbe. Hem bu ne işe yarıyor? Sana bir iyiliği mi dokunuyor? Peri dediğin, insan ne isterse verir ne isterse yapar.”
“Kim demiş? Bu yalan bir kere.”
“Nasıl yalan oğlum? Bak, tüm kitaplarda peri gelince her şey düzeliyor, fakirler zengin oluyor. Sen hâlâ tamirhanede lastiklerle boğuşuyorsun.”
“Size anlattım. Kanadı zedelenmiş. Uçamıyor, çok korkuyor.”
“Peri korkmaz,” dedi Zargana.
“Perinin kendine hayrı yok, buna nasıl olsun.” dedi Gergedan.
İkisi de karınları tutarak gülüyordu. Öyle sinirlendim ki sonunda elimi cebime attım.
“Görün o zaman!”
Oysa ona söz vermiştim. Kimselere anlatmayacaktım. Kanadı iyileşinceye kadar ona bakıp besleyecektim. Sonra bana yardım edecekti. Bunları anlatmamıştı ama ben anlamıştım.
“Yoksa cebinde mi? Bütün gün orada mıydı?” dedi Zargana. Başı neredeyse cebimden içeri girecekti.
Gergedan beklenmeyecek bir hızla ayağa fırlamıştı.
“Bakın, yemin edin, kimseye bir şey söylemek yok. Sonra onu elimden alırlar.”
İkisi de yemin etti. Yetmedi, üç kere daha yemin ettirdim. Hava kararmıştı artık. Yavaşça elimi cebimden çıkardım. Bir ışık topu gibiydi. Yeşil ışık yayıyordu etrafa.
“İşte” dedim. “Sakın dokunmayın.”
İkisi de ağzı açık elimdekine bakıyordu. Altı göz şimdi üç-dört santim boyundaki kanatlı periye odaklanmıştık. Birden şaşkın bakışlarımıza aldırmadan elimden uçup gitti. Önce yavaşça çırptı kanatlarını, sonra hızla gözden kayboldu.
Ağlamaya başladım. Hüngür hüngür ağlıyordum. Narin’im, benim periciğim beni terk etmişti. Zargana’yla Gergedan bakıştılar. İkisi daha çok gülmeye başladı.
“Ne gülüyorsunuz lan? Ben Narin’imi kaybettim, siz de geçmiş karşıma…”
“Oğlum o peri meri değil, ateş böceği. Görmedin mi suratı? Peri öyle mi olur?”
“Ya nasıl olur? Sen çok mu gördün? Öyle olmazmış, Peri uzmanı mısın sen?” diye diklendim Zargana’ya. Boyum göğsüne anca geliyordu.
“Yani… İşte… Size anlatmayacaktım ama. Sen iki gündür peri peri diye tutturunca, seninkini de merak ettim.”
Gergedan, Zargana’ya sokuldu.
“Yoksa sende de mi peri var? Oğlum, mahalleyi periler mi bastı? Bana niye gelmedi?”
“Yani, şimdi nasıl desem, tam var diyemem de gördüm ben. Uykumdan uyandırdı. Neredeyse burnumun üzerine konmuştu. Sonra uçtu ve kayboldu. Ama benimki tam periydi. Çok güzeldi, kanatları rengarenkti. Memeleri bile vardı.”
“Yok artık çüş!” dedim. “Uyduruyorsun.”
“Uydurmuyorum.”
“Hadi lan! Benim Peri’mi kıskandın sen. Acaba gelir mi geri?”
“Seninki böcekti oğlum, resmen böcek. Asıl benimki periydi. Bir görseydin anlardın farkını.”
Birden Zargana’nın beline sarıldım. Narin’ime böcek diyemezdi. Kimse diyemezdi. Hem benimki gerçek periydi, onunki hikâyeydi.
Gergedan ensemden tutup havaya kaldırdı. Zargana’nın da kolunu kıvırdı.
“Yürüyün lan eve. Yiyeceksiniz evde dayağı zaten babalarınızdan. O zaman görürsünüz in mi cin mi peri mi?”
Gergedan her zamanki gibi son noktayı koymuştu. Üçümüz, kafamızda soru kazanları kaynarken mahalleye doğru yürümeye başladık. Bizi takip eden yeşil ışığı fark etmedik bile…
- İtiraf Odası - 1 Aralık 2022
- Düşsüz Adam - 1 Temmuz 2021
- Gergedan Sami, Zargana Hamdi ve Ben - 1 Şubat 2021
- Gölgesiz Kadınlar - 1 Kasım 2020
- Çekmeceler - 1 Temmuz 2020
Hayatın içerisinden iç ısıtan bir kesitti. Umarım Lemur’u takip eden yeşil ışık gerçekten bir peridir. Kaleminize sağlık.
Merhaba;
Ben de aynı umudu paylaşıyorum:) Hatta kanadı iyileşip bir güzellik yapar diye de düşünmüyor değilim. Sevgiyle, teşekkürler
Gerçekten çok samimi çok güzel bir hikayeydi. Ellerinize, kaleminize sağlık.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza:)
Sıcak, samimi ve gerçekçi olduğu kadar alt metni ile de iç burkan bir öyküydü. Elinize sağlık.