Öykü

Yanılgılar Boyutu

“Wendi, uyanma vakti!”, sabahları SMART’ın robotik sesiyle uyanmaktan nefret ediyordu. Ama eğer o olmasaydı tüm gün uyuyabilecek kadar da yorgundu. Başının üzerindeki ekranı kendine doğru çekti ve hava durumuna baktı, ekrandaki rapor düğmesine dokundu. “Wendi, bugün Dünya tarihi 4 Nisan 2115. Hava sıcaklığı kış mevsimi için oldukça ideal; 65 santigrat derece olarak ölçülen hava %93 nem içeriyor. Güneş panelleri aktif ve çalışır durumda. Batarya doluluk oranı %87.” Wendi yatağından kalktı ve bir iki basit egzersiz hareketi yaptıktan sonra kıyafetlerini giydi. Kapıya doğru yöneldi, odanın kapısı mekanik bir ses çıkararak açıldı. Önünde kısa bir koridor vardı. Koridorda dört ünite yer alıyordu; sera, laboratuvar, enerji ve kapısında yer alan ismi kazınmış bir ünite daha. Bu ünitenin kapısına sonradan metal bir cisimle kazıyarak “Gelecek” yazılmıştı. Wendi tüm üniteleri geçtikten sonra kumanda odasına varmış ve yeni güne başlamıştı. En çok zaman geçirdiği oda burasıydı. “SMART, görev listesini ana ekrana aktar lütfen.”

Bu sırada yemek otomatından kahvaltı için bir tabak aldı. Vitaminlerle güçlendirilmiş bir protein karışımıydı bu. “Şu an hindi fümeli bir sandviç ve portakal suyu hiç fena olmazdı.” SMART kısa bir sessizlikten sonra Wendi’ye cevap verdi,”İstediğin yiyecekler stokta mevcut değil. Stok durumuna ve yiyecek listesine ana ekrandan ulaşabilirsin.” Wendi gülümsedi, SMART’ın bu robotik ve düzeyli tarzını seviyordu. Wendi kahvaltısını yaparken bir yandan ekrandaki görevleri inceliyordu. “SMART, Big Grave kanyonu görevi için AKBABA’yı hazırlamanı istiyorum.” AKBABA hem pervaneleri hemde iticileri olan küçük bir hava aracıydı, tek kişilik kokpiti ve görev ekipmanları için küçük bir bagajı vardı. “Wendi, uçuş bölgesine yaklaşmakta olan güçlü bir fırtına olduğunu gözlemliyorum görevi askıya almak istermisin?” Onria gezegeninde fırtınasız günler çok nadirdi, Big Grave kanyonu korunaklı bir bölge olduğu için Wendi görevi askıya almak istemiyordu ve onay yetkisi vücut değerleri normal olduğu sürece ondaydı, “Hayır, görevi gerçekleştirebileceğimi düşünüyorum.” Kanyonun olduğu bölge karanlık ve ürkütücüydü ama tüm gezegeni haritalandırmalı ve nerde ne olduğunu bilmeliydi. Artık dünayaya geri dönme gibi bir şansı yoktu ve bu gezegen yeni eviydi. “Görev süresi 268 dakika olarak öngörülüyor. AKBABA’nın bataryaları dolu ve teknik durumu kullanıma uygun.”

Wendi hangara doğru yürürken küçük yuvarlak pencerden dışarıya baktı. Ufukta koyu renkli yüksek dağlar uzanıyordu ve gökyüzü turuncu, pembe arası bir renge sahipti. Modülün olduğu vadide kayalardan başka hiçbir şey yoktu, uçsuz bucaksız ve yarıklarla dolu bir hiçlik. Önünde uzanan vadinin yeşil bitkilerle ve suyla dolduğunu hayal etmeye çalıştı. “Bir gün bu vadide çocuklarımız şehirler inşa edecek,” dedi kendi kendine “Ve Dünya’ya yaptığımızı bu gezegene yapmayacaklar.”

AKBABA’nın iticileri mavi alevler saçarak çalışmaya başladı, Wendi biraz yükseldikten sonra daha az enerji tüketen pervanelere geçiş yaptı. Ufuktaki fırtına bulutları SMART’ın endişelerini haklı çıkartacak kadar güçlü görünüyordu. Wendi bu ürkütücü bulutları seviyordu, bulutları süte kakao karıştırıldığında ortaya çıkan şekillere benzetiyordu, sarmal ve açık kahverengi anlamsız şekiller.

Wendi kısa sayılmayacak bir yolculuktan sonra kanyona varmıştı. Kanyon boyunca ilerleyen derin yarıklar ve çok az ışık alan izbe geçitler onu ürkütüyordu ama görev görevdi. AKBABA iticilerini dik konuma getirerek yavaşca kanyonun zeminine doğru alçalmaya başladı, mavi alevleri ve flaşörlerinden yayılan ışıklar kanyonun derinliklerini aydınlatıyordu. Wendi’nin haritalandırma görevi dışında birde burdaki topraktan örnekler alarak sera için ideal toprak karışımını elde etmek için testler yapması gerekiyordu. Bilim adamları bu gezegenin koşullarına uygun bitki türlerini geliştirmek için yıllarca çalışmıştı, uygun bir toprak ve biraz zamanla bu gezegende küçük bir ekosistem oluşturmak mümkün olabilecekti.

Kanyonun zemini irili ufaklı taşlarla kaplıydı, rüzgarın etkisiyle pürüzsüzleşmiş gri ve koyu kahverengi taşlar tüm zemine yayılmıştı. Wendi yürüdükçe taşlar kayarak yerlerine oturuyor ve yumuşak toprağa gömülüyorlardı. Wendi tek başına değildi geniş tekerlekleriyle ağır ağır hareket eden TOOLPACT ona eşlik ediyordu. Wendi’nin dikkatini tüm bu griliğin içinde parlayan mavi bir taş çekmişti. Diğer taşlardan çok farklı ve pürüzlü bir yapıya sahipti. Sanki bir yerlerden yeni kopmuş ve buraya kadar yuvarlanmış gibiydi. “Buraya ait değil sanki… Tıpkı benim gibi.”, diye düşündü Wendi. Taşı eğilip yerden aldı ve laboratuvarda incelemek için kıyafetinin dışındaki cebe yerleştirdi. O anda taşla bir bağ kurduğunu fark etti, insan yalnız başına kalınca bir taştan bile medet umabiliyordu demekki. Kafasını kaldırdığında zaten karanlık olan kanyonun daha da karardığını fark etti. Fırtına bulutları çok yakındı anlaşılan. Kanyonun içindeki yarık fırtına için korunaklı bir yerdi ama Wendi burada görev süresi dışında kalmak istemiyordu. Bir an önce görevini tamamlamalıydı. Hemen TOOLPACT’e entegre edilmiş olan YARASA adındaki küçük sonar harita drone’unu çıkardı ve havaya fırlattı. YARASA havaya atınca çalışmaya başlayarak uçmalıydı ama hiç bir şey yapmadan olduğu gibi yere çakılmıştı. “SMART, YARASA bozulmuş sanırım, görevi erken bitirmem gerekecek. Fırtına bulutlarının durumu nedir?” Hızlı adımlarla AKBABA’ya doğru yürüdü ama tuhaf birşeyler vardı. AKBABA’nın kapısı deaktif görünüyordu; “SMART kapıları aç!”. Hiç bir cevap alamamıştı, bulutlar neredeyse tepesindeydi ve uğuldayarak kümeleniyorlardı. “Wendi bugün Dünya tarihi 12 Aralık 2114. Hava sıcaklığı kış mevsimi için oldukça ideal; 48 santigrat derece olarak ölçülen hava %87 nem içeriyor. Güneş panelleri aktif ve çalışır durumda. Batarya doluluk oranı %82.” SMART aylar öncesinin bilgilerini tekrar veriyordu. Wendi acil durumlar için manuel olarak kapıların açılmasını sağlayan düğmeye ulaşmak için AKBABA’nın üzerine tırmandı ve üzerinde sarı siyah çapraz çizgiler bulunan kapağı açarak kırmızı butona bastı. Kapı mekanik bir ses çıkararak yavaşca açıldı. “Wendi, wen… wen… diiiiiiiuuuu,” SMART arızalanmış ve tamamen kontrolünü kaybetmiş görünüyordu, kokpitteki ışıklarda sönmüştü. Wendi neler olduğunu anlamaya çalışırken cebinden yayılan mavi ışığı fark etti. Cebindeki taşı eline aldı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Onu bulduğunda etrafına ışık yaymıyordu. ” Wendi…”, garip bir şekilde birinin ona seslendiğini sanmıştı ve bu ses kesinlikle SMART’a ait değildi. ” Wendi…”, aynı sesi tekrar duyunca, elindeki taşta garip birşeyler olduğunu hissetti. Sanki taştan yavaş yavaş etrafını kuşatan bir enerji yayılıyordu. Hala yarı açık duran kapıdan taşı dışarıya fırlattı ve kapıyı hızlıca kilitledi, bir anda kokpit ışıkları sırayla yanmaya başladı, SMART da düzelmiş görünüyordu; “Wendi, fırtına bulutları 4 dakika uzağımızda acele etmeli ve görev bölgesinden uzaklaşmalısın.”

AKBABA yavaşca yükseldi ve öncü fırtına bulutlarının arasından sıyrılarak hızlıca üssün yer aldığı bölgeye doğru yöneldi. Güçlü fırtına bulutlarının önünde küçük bir sinekten farksız görünüyordu. Heybetli kahverengi fırtına bulutları öfkeyle hareket eden bir dev gibiydi ve homurdanarak peşlerinden koşuyordu sanki. Wendi’nin aklında gizemli mavi taş vardı. Bu bir rastlantımıydı yoksa mavi taş elektronik aksamı bozacak kadar güçlü bir özelliğemi sahipti ve en önemlisi oraya nasıl gelmişti.

Wendi modüle vardığında, hemen fırtına modunu aktif etti ve modül ağır ağır yarısına kadar toprağın içine gömüldü. İnsan nerde olursa olsun, evim diyebildiği bir yer varsa en mutlu olduğu yer orasıydı. Wendi uzun bir süre dinlendi ve modülün dış kameralarıyla fırtınayı izledi. Modül fırtına modunda olduğu için ancak kameralarla etrafını görebiliyordu.

Bugün yapamadığı görevi yarın bitirmeliydi. Bunun için ilk önce YARASA’yı tamir etmesi gerekiyordu. Hangara giderek YARASA’yı aldı ve masanın üzerine koydu. Düştüğü için iticilerinden birinin kırılmış olduğunu farketti, yedek parça kutusundan yeni bir parça çıkardı ve YARASA’ya taktı. YARASA’yı havaya fırlatınca bu kez çalıştı ve kısa bir tur attıktan sonra gelip masaya kondu, Wendi eski bir dostuna kavuşmuş gibi mutlu olmuştu. Bu küçük robotları seviyordu, etrafında sevebileceği çok fazla şeyde yoktu zaten.

Onria akşamlarında gökyüzü çok güzel görünürdü hep ama bugün tüm gökyüzü çamura bulanmış gibi kahverengi bir örtüyle kaplanmıştı. Fırtına bulutları hala dağılmamıştı. Wendi ana kumanda odasında ekrandan dışarıyı izlereken uyuya kalmıştı. Bu yüzden sağdaki küçük ekrandan hızlıca geçen gölgeyi fark edemedi ama biraz sonra çıkan sesler onu uyandırdı. Sanki bir şey modülün üzerinde yürüyordu. Bu düşüncesinin saçma olduğunun farkındaydı ama yinede korkmuştu. “Kendine gel Wendi, bu gezegende senden başka canlı yok.”, diyerek kendini sakinleştirdi. Yinede hemen kameraları döndürerek etrafını taradı. Dışarıda toz bulutlarından başka hiç bir şey yok gibiydi ama tıkırtılar duyulmaya devam ediyordu. Kameraları termal moda geçirerek etrafı gözlemeye devam etti, her şey normal görünüyordu. Sonuçta tanımadığı bir gezegendeydi ve doğanın tam olarak nasıl işlediğini bilmiyordu. Fırtanın savurduğu taşlar modülün çatısına vurunca böyle sesler çıkarabilirdi. Artık uyuması gerekiyordu, koridordan geçip odasına giderken, kapısında “Gelecek” yazan ünitenin önünde durdu ve üniteden içeriye girdi. Ünitede iki tane sıvı nitrojen tankı yer alıyordu. Wendi tankların yanına gelerek, elini şefkatle üzerlerinde dolaştırdı. Elleri bir çocuğu okşuyor gibi yumuşak hareket ediyordu. “Korkmayın çocuklar anneniz yanınızda, endişe edecek hiç bir şey yok… Şşshh şimdilik sadece uyuyun ve kuracağınız dünyayı hayal edin.” Tankların içinde dört beş yaş civarında bir kız ve bir erkek çocuk vardı.

Wendi yatağına uzandı ve kendini uyumaya zorladı ama garip duygular içerisindeydi. Çocukları er ya da geç uyandırması gerekiyordu, onlara hayatta kalabilecekleri bir yaşam sunabilmeliydi. İyi bir biyolog olduğu için serada çeşitli bitkileri yetiştirebilirdi ama daha fazlasına ihtiyacı olacağını biliyordu. Bu çocuklar gözlerini açtıklarında Dünya’yı ve onun utanç dolu tarihini, din savaşlarını, katliamları bilmeden iyilik ve doğrulukla kendi tarihlerini yazacaklardı. Artık onlar Onria’da yükselecek insan medeniyetinin kadim ataları olacaklardı. Wendi tüm bunları düşünürken uyumayı başarmıştı.

Gözlerini açtığında bir tankın içinde olduğunu fark etti. Etrafını kaplayan sıvıdan dolayı nefes alamıyor ve tankın camını yumruklayarak birinin ona yardım etmesini bekliyordu. Tankın dışında birinin ona baktığını farketmişti ama bu kişi sadece boş gözlerle onu izliyordu. Wendi daha dikkatli baktığında tankın dışındaki kişinin kendisi olduğunu fark etmişti, olanca gücüyle sert bir şekilde tankı yumruklamaya devam etti ama artık tankın içindeki sıvı ciğerlerine dolmaya başlamıştı…

Wendi çığlık atarak terler içinde uyandı ve rüya gördüğünü anladığında derin bir nefes aldı. Rüyadan o kadar etkilenmişti ki hala içinde o soğuk sıvının dolaştığını hissediyordu. O gece bir daha uyuyamadı ve önündeki ekrandan sabah olana kadar boş boş Onria’nın dağlarını ve fırtınayı izledi.

Wendi günün ilk ışıklarıyla hemen hangara gitmek istiyordu ama hangarla modül arasındaki kapı arızalanmıştı. Şimdi tahliye kapısından dışarıya çıkması ve hangarın dışında yer alan acil durum düğmesini aktif hale getirmesi gerekecekti. Kıyafetlerini giyerek tahliye kapısını açtı, fırtına bir çok taşı modülün olduğu yere savurmuştu, bunlar dün geceki sesleri açıklıyordu. Ama Wendi hangara doğru yürürken bu kez yerdeki ayak izleri dikkatini çekti, bunlar fırtınadan oluşmuş olamazdı. “Daha fazla paranoya yok! daha fazla yok!”, diyerek tedirgin ve hızlı adımlarla hangara doğru yürümeye devam etti. Acil durum düğmesi işe yaramış ve kapı ağır ağır açılmıştı. Artık gün ışığı hangarın içine süzlerek AKBABA’yı aydınlatıyordu.

Sıradan bir Onria günü diye düşündü Wendi, koruyucu kıyafetleri olmasına rağmen sıcak hava içine işliyordu ve ufuktaki fırtına bulutları bir yılan gibi kıvrılarak genişliyordu. Wendi artık bu gezegene alışmaya başladığını fark etmişti. Fırtına bulutları ve cehennem gibi sıcak iklimi sıradanlaşmıştı onun için ama gizemli ayak izleri ve garip mavi taşlar işte bunlar yeni ve merak uyandırıcı şeylerdi. Wendi kanyon bölgesine doğru uçarken mavi taşla ilgili daha çok bilgi edinmeyi umuyordu, bulduğu taşın radyoaktif bir madde olma ihtmaline karşıda tedbirli davranması gerektiğini de biliyordu. AKBABA kanyonun zeminine vardığında Wendi hemen işe koyuldu ve bu kez YARASA sorunsuz bir şekilde uçmaya başladı. YARASA sonarlarıyla etrafı tarayarak detaylı harita bilgilerini Wendi’yle paylaşmaya başlamıştı. Kanyon bölgesi , derinliklerinde karmaşık bir mağara yapısına sahipti ve bu da uzun yıllar önce bölgede büyük bir yer altı su kaynağı olduğuna işaret ediyordu. Belkide yeterli derinliğe ulaşılırsa Onria gezegeninde su bulunabilecekti, bu iyi bir haberdi.

Wendi dün bulduğu mavi taşı tekrar görünce bu kez tedbirli davranarak taşı eline almadı, onu ilk bulduğu yere yürüdü ve nereden gelmiş olabileceğini anlamaya çalıştı. Etrafta bu taşa benzer herhangi birşey yoktu. Wendi yukarıda ki bir mağaradan düşen taşın sesiyle irkildi ve kafasını kaldırıp baktığında kanyonun üzerineki dev fırtına bulutlarını gördü. Bu kez fırtınadan kaçışı yoktu.

Bulutlar bir anda nasıl bu kadar hızlı hareket edebilmişti; “Fırtınayı haber verdiğin için teşekkürler SMART!”

“AKBABA’nın içinde beklemen daha mantıklı olabilir Wendi…”

“Sanırım modüle dönünce bataryalarını biraz dinlendirmeliyim.”, diyerek YARASA’yı yanına aldı ve hızlı adımlarla AKBABA’ ya geri döndü.

Uzun süredir öylece kokpitte oturuyordu ve neredeyse uyumak üzereydi. Fırtınanın dinmeye niyeti yok gibiydi hava kararmaya başlamış ve karanlık iyice kanyonun içine çökmüştü. Bu sırada Wendi, yukarıdaki mağaralardan birinden yayılan mavi ışığı fark etti. Merakı gidip mavi ışığın kaynağını bulması gerektiğini söylüyordu ama içindeki temkinli ses bu mavi ışığın hayra alamet olmadığını fısıldıyordu ona. Sonunda merakına yenildi ve YARASA’nın çıkardığı haritadan mağaranın yerini belirlemeye çalıştı ama mağaraya direkt ulaşabileceği bir rota yoktu. Karşısında irili ufaklı onlarca mağaradan oluşan bir ağ vardı. Küçük bir tırmanışın ardından ilk mağaraya ulaşmıştı, dar girişten geçip zifiri karanlıkta ilerlemek için kaskının vizörünü gece görüş moduna aldı. Karşısında küçük bir koridor vardı ama koridorun ucunda ne olduğu belirsizdi. Wendi kendini rahatlatmak için bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı tıpkı küçük bir kızken karanlıktan korktuğunda yaptığı gibi;

“Parılda, parılda küçük yıldız,

Ne olduğunu öyle merak ediyorum ki.
Dünya’nın üstünde çok yüksekte,
Gökyüzünde bir elmas gibi.
Parılda, parılda küçük yıldız,
Ne olduğunu öyle merak ediyorum ki.
Kızgın Güneş gittiğinde,
Üstüne parladığı bir şey kalmadığında,
Sen, kendi ışığını gösterirsin.
Parılda, parılda gece boyunca,
Parılda, parılda küçük yıldız,
Ne olduğunu öyle merak ediyorum ki.”*

Koridorun sonuna geldiğinde parıldayan mavi ışığı artık görebiliyordu. Yavaş ve ürkek adımlarla ışığa doğru yürümeye başladı. İyice yaklaştığında tüm karanlığın içinde mağaranın duvarında yer alan gizemli büyük mavi sarmal taşı gördü. Dikkatli baktığında bulduğu küçük taşın duvardaki sarmal taşın ucundan koptuğu belli oluyordu ama bu şey her neyse doğal değildi, sonradan şekil verilmiş bir taş bloğu olmalıydı. Wendi taşa dokunmak için bastırılamaz bir istek duyuyordu. Temkinli davranmak aklının ucundan bile geçmiyordu o an. Elini sarmal taşa uzattığında yine o garip sesi duydu; “Wendi…”, sesin kaynağı çok yakınındaydı sanki. Wendi’nin tedirginliği katlanarak artmıştı ama içindeki merak duygusunu bir türlü bastıramıyordu, sonunda elini uzatarak sarmal taşa dokunma cesaretini gösterdi ama hiç bir şey olmadığını görünce şaşkınlıkla birlikte küçük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Wendi arkasından yayılan ışığı fark edip döndüğünde karşısında modern mobilyalarla dekore edilmiş bir oda buldu. Geniş ve yere kadar uzanan camların yanında büyük saksılarda salon bitkileri ve siyah deri koltuklardan oluşan bir takım vardı. Şaşkınlığını daha üzerinden atamamışken odanın köşesindeki deri koltukta oturan adamı fark etti. Adam hiç bir şey olmamış gibi gayet rahat bir şekilde hindi fümeli sandiviçini yiyordu.

“Mucize, gerçekten güzel bir kelime… Dilinizi sevdim. Ama bu bir mucize veya hayal değil Wendi. Şu an düşüncelerin bir kitap gibi önümde açılmış ve okumamı bekliyor sadece. Geçmişinde olan biten herşey hatta senin hatırlayamağın şeyleri bile görebiliyorum ve hayallerin onlarıda okuyabilirim, tıpkı elimdeki bu sandviç gibi ya da bu oda ve mobilyalar. Yaklaşsana Wendi, rahat ol. Bu arada kaskını çıkartabilirsin şu an böyle şeylere ihtiyacın yok.” Wendi karasızca kaskını çıkarttı ve temiz havayı içine çekti. İşte mucize tam da bu diye düşündü. Adamın yanına yaklaştığında şaşkınlığı daha da artmıştı çünkü karşısındaki kişi ünlü film yıldızı Dezi Alden’dan başkası değildi. “Biraz sandviç yemek istermisin ya da portakal suyu içmek. Bu arada gerçekten çok güzel bir sandviçmiş, hayallerini sevdim ama düşüncelerinin karanlık bir yanı var.” Adamın önündeki sehpanın üzerinde zarif bir bardakta portakal suyu ve bir tane daha sandviç vardı. Wendi sehpanın üzerinde duran sandviçi aldı ve ısırdı, kesinlikle gerçekti. Ekmeğin tazeliği ve mayonezin lezzetiyle hindi fümenin uyumu. Wendi sandviçinden ısırırken bir yandan da Dezi Alden’e bakıyordu. Adam biraz daha Wendi’ye yaklaştı ve “Yediğin sandviç kadar gerçeğim inan bana. İstersen dudaklarında dans edebilirim.”, dedi. Bu son söz Dezi Alden’ın meşhur bir film repliğiydi. Wendi güldü ve gözlerini kapayarak Dezi Alden’a yaklaştı, tutkulu bir öpüşme değildi ama dünyadan bu kadar uzakta bundan daha iyisi olamazdı. Wendi başka bir gezegendeydi, deri bir koltukta oturuyordu ve günlerdir hayal ettiği sandiviçi yiyordu, birde tabiki Dezi Alden’le öpüşüyordu. Bir an öldüğünü ve cennette olduğunu düşündü. Ama aniden birşeylerin değiştiğini hissederek geri çekildi bu kez herşey olması gerektiği gibi görünüyordu. Modern mobilyalarla döşenmiş oda basit bir mağaraya dönüşmüştü ve Wendi nefes alamadığını hissederek kaskını geri taktı. Karşısındaki adam da artık Dezi Alden değildi, yüzünde garip ahtapota benzer maske vardı. Vücudu insan formuna benzer bir yapıdaydı ama çok soluk ve morumsu bir renge sahipti. Eliyle yüzündeki maskeyi çıkarınca insanlarla olan benzerliği şaşırtıcıydı ama kesinlikle bir insan değildi.

“Kabul etmeliyim Dezi Alden ismi kulağa hoş geliyordu ama benim gerçek ismim Zanudar. Uzun zamandır seni izliyordum Wendi. Bu gezegen benim evim, tıpkı senin dünyan gibi burada da benim halkım tarafından kurulmuş büyük bir medeniyet var. Ama sen ıssız ve boş bir gezegen görüyorsun sadece çünkü tüm hayatını yedi farklı boyutun en altında yer alan ve bizim “Yanılgılar Boyutu” dediğimiz bu boyutta geçirdin. İç içe geçtikleri halde keskin sınırlarla birbirlerinden ayrılmış boyutlar düşün ve birinde gerçek olan şeyin diğerinde sadece basit bir yanılgı olduğunu. İçindeki ümidi ve bu çocuklar için istediğin şeyleri takdir ediyorum. Onları tüm kötülüklerden korumak istiyorsun ama unutma ki arkadaşlarını o tankların içinde öldüren de sendin. Bunu iyi bir amaç uğruna yapmış olduğunu düşünüyor olabilirsin ama unutmaki insanların en iyi yaptığı şey kendine inanacağı yalanlar söylemesidir. Şimdi sana sormak istediğim şey, insanların kötülüklerinden koruduğun bu çocukları senden kimin koruyacağı. Ardında bırakmak istediğin herşeyin aslında senin içinde olduğunun farkında bile değilsin. Kabul et Wendi, doğanız birbirinizi yok etmek üzerine kurulu amacınız ne olursa olsun içinizdeki bu şey her zaman sizi yönlendirmeyi başaracak.”

Wendi yaptıklarının pişmanlığını derinden hissetmeye başlamıştı. Bu gezegene ayak bastığı günden bugüne kadar hiç bir zaman pişmanlık duymamıştı ama şimdi hissettiği suçluluk duygusunun altında eziliyordu. Zanudar anlatmaya devam etti. “506 gün sonra çıkan fırtınada seran büyük bir hasar görecek ve bu hasarı tamir edemiyeceksin. Çünkü bu tamiratı yapabilecek tek kişiyi o tankların içinde ölüme terk ettin. Seradaki bitkiler yok olduktan sonra çocukların açlıktan gözünün önünde eridiğini görecek ve kendi ellerinle onları öldüreceksin. Bu çocuklara bir şans vermek istiyorum, bu insanlığın kaderini kökünden değiştirecek bir şans olacak. Hayal ettiğin bir şeyi gerçekleştimiş olacağım aslında, kötülük nedir bilmeyen bir insan nesli. Onları benimle birlikte yedinci boyuta götürmek istiyorum, mutlak iyiliğin hüküm sürdüğü Işık Boyutuna. Eğer bunu kabul edersen New Randor’da ki evinde gözlerini açacaksın ve bu yaşadıkların sadece silik bir hayal olacak.”

Güneşin sıcaklığı ve açık pencereden giren rüzgar Wendi’nin teninde dans ediyordu. Gözlerini açtığında pencerenin önündeki petunyalar ve mavi gökyüzünde süzülen beyaz büyük bulutlar onu selamlıyordu bir de komodinin üzerindeki küçük parlak mavi taş.

*Jane Taylor – Twinkle Twinkle Little Star

Kenan Demir

1981 yılında Trabzon’da doğdum. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım bölümünde öğrenim gördüm. Yazdığım fantastik ve bilim kurgu temalı öyküler Kayıp Rıhtım, Öykü Seçkisi ve çeşitli dijital mecralarda yayınlandı. İstanbul’da yaşıyorum ve Kıdemli Arayüz Tasarım Uzmanı olarak çalışıyorum.

Yanılgılar Boyutu” için 4 Yorum Var

  1. Hikayelerinin hepsinde bizim görmediğimiz bir hikaye var gibi. Önceki hikayende başını anlatmıştın, şimdiyse bir son görüyoruz. Sanki bunlar bir hikaye yerine roman olmaya aday olaylar dizisinden bir kesit gibi. Güzel yani, kalemin roman yazmaya daha elverişli ama oralardan bize bir hikayede sunabiliyorsun.

    Kurgusunu beğendim, işleyişini, inandırıcılığını iyi yakalamışsın. Wandi karakteri gerçekliğe uygun hareket ediyor. Diğer ağbimizin yüceliği, gizemliliği daha fazla olur mu diye düşündüm ama hiç gerek yok, böyle de güzel ve oturmuş. İçinde kötülük olmayan yüce bir kişiliği işlemek zor olsa gerek.

    İlerleyişte aksaklık oluşturan (bana göre) sonlardaki konuşmalar, eleştirilerini ardı ardına sıralamışsın. Gözümüze gözümüze sokmuşsun gibi düşüncelerini. Wendi’nin çatışmasını da sonda güzel yedirmişsin.

    Eline sağlık. 🙂

  2. Yorumun için teşekkürler,

    Aklımdan geçen eleştiriyi aldım doğruyu söylemek gerekirse 🙂 son kısım karşılıklı diyalogla ilerlese sanki daha iyi olabilirdi ama gönderdikten sonra farkına vardım bu durumun. Yazdıklarımızı biraz ara verip tekrar okumak yararlı olabiliyor 😀 ve birşey daha Zanudar karakterini de biraz daha yüceltmek gerekliydi bence.

  3. “Koridorda dört ünite yer alıyordu; sera, laboratuvar, enerji ve kapısında yer alan ismi kazınmış bir ünite daha. Bu ünitenin kapısına sonradan metal bir cisimle kazıyarak “Gelecek” yazılmıştı.” Ben bazen kavramların brbiriyle bağlantılı olduğunu anlatmak ve anlamı daha da açmak için aynı kelimeyi arka arkaya kullanıyorum. Burada da iki kazıma eylemi arasındaki ilişkiye gönderme yapmaya çalıştıysan hoş olmuş derim ama aksi halde birisinin yerine “çizmek” gibi bir kelimeyi yazabilirsin. Mesela, ilkine? İlkini önerdim çünkü ikincideki ifade “yerleştirmek” anlamını da hoşça karşılıyor.
    Gerçi, şimdi baktım da, ünitenin kapısında isim olmadığı halde kazıyarak biri isim yerleştirildiğini ifade etmiş de olabilirsin, var olan ismi çizerek silip yerine başka isim yazmayı değil. Hımm. Ve bu, şu soruyu ortaya çıkartıyor, diğer isimler de mi kazınarak yazılmış? Bende yarattığı etkideki sorunu gösterebildim umarım.

    AKBABA’yı bir cihaz olarak sunman çok hoşuma gitti. Kendisi bir canlıya da verilse, bir makineye de, sonuçta bir isim 🙂

    Sayıların küsüratlı oluşu göze batmayıp gerçekçiliği kuvvetlendiriyor. Bunu yaparken kendinlikle “salladığım belli olmasın” sınıfına girmiyor.

    Anlattığın şeylerin anlatım sırası, o durumdaki bir karakterin düşüneceği ve çağrışım yapacağı şeylerle çok uygun. Karakter Dünya’dan uzak olduğunu düşündüğünde bir an “bu görevi boş verip geri dönmek isterdim” diye içinden geçirdiğini sezmiş gibi oldum. Umarım haksız bir sezi değildir veya haksızsa bile yerine gelen şey çok iyidir.

    Yazım tarzlarına karışma taraftarı değilim fakat sadece fikrimi söylemek için ekliyorum.
    “çıkan şekillere benzetiyordu, sarmal ve açık kahverengi anlamsız şekiller.” burada “benziyordu” dan sonra noktalı virgül kullanmış olsaydın sanırım okurken daha hoş bir geçiş olurdu ardından gelen açıklamalara. Yanılıyor olabilirim ama “kahverengi” den sonra gelen “anlamsız” da bir sıfat. ikisi arasında bir virgül olmalıydı.

    Bilgisayarım kendi başına sorunlar çıkartıp kapandı. Eleştrimi şimdilik burada bırakıyorum ve uygun olduğum ilk anda devam deceğim. Neredeyse hiç bir anlama gelmeyen birkaç cümleyle bıraktığım için özür dilerim. Güzel bir öyküye benziyor. Sade ama yaratıcı gibi. Umarım devamını getirebilirim(okudukça yazıyordum buraya)
    İyi çalışmalar

    1. Bir hayli geç oldu, kusura bakmayın lütfen.
      “Wendi’nin haritalandırma görevi dışında birde burdaki topraktan” Muhtemelen gözden kaçmış, basit bir hata… “bir de” olması gerekli sanırım.

      “örnekler alarak sera için ideal toprak karışımını elde etmek için testler yapması gerekiyordu. ” Burada sanırım şöyle bir sorun var: örneğin ne işe yarayacağı ve testin ne amaçla yapılacağı birbirine fazlasıyla karışmış gibi görünüyor. “Örnekler alarak, sera için ideal toprak karışımını elde etmek için testler yapması gerekiyordu.” daha doğru bir ifade sanırım. Virgül kullanımlarında bir hayli sıkıntı görüyorum. Yanılıyor olabilirim, özel bir amaçla böyle yazmış olabilirsin fakat bir “eleştri yazısı” olarak, kendime göre konuşmak durumundayım. Yazımın uzamaması için daha sonraki virgülsel eksiklikleri sadece talep edilirse yazmaya çalışacağım.

      “. Bu bir rastlantımıydı” soru sorma anlamı taşıda da taşımasa da normal şartlar altında soru ekleri ayrı yazılır. Açıkçası, neden böyle olduğunu bilmiyorum. “dahi” anlamına gelen -de gibi bir “kelimelik” anlamları veya karşılıkları yok diye düşünüyorum. Cümlenin devamında da benzer hatalar ve “soru işareti eksikliği” var sanırım. Karakter burada soruyu kendi kendisine soruyor gibi algıladım.

      Taşın etkilerinin ilk gözlemlendiği bölüm biraz… Geçiştirilerek yazılmış ve böyle yapılırken paragraflar birbirinden ayrılmamış gibiydi.

      “Heybetli kahverengi fırtına bulutları öfkeyle hareket eden bir dev gibiydi ve homurdanarak peşlerinden koşuyordu sanki.”
      emin değilim fakat normalde “gibiydi” tarzındaki bir kelimeyi barındıran cümleler, başka bir cümleyle bağ cümle oluşturmuş olsa da ikinci cümledeki anlamı da gibileştirirler. Çünkü, ilk cümlede bir “alternatif evren” üzerinden konu anlatılırken, bağ cümleye giren ikincisi, o alternatif evrenin kurallarına tabidir ve özel bir şey anlatılmak istenmiyorsa, “gibi”anlamını kendisinde taşır zaten.

      “evim diyebildiği bir yer varsa” Buradaki sorun, dile getirilmiş ve o an gerçekleşen bir konuşma olsun, olmasın, her türlü seslendirmede ” işaretinin kullanılması gerektiğiyle ilgili. “”evim” diyebildiği bir yer varsa” olmalıydı galiba.

      “Düştüğü için iticilerinden birinin kırılmış olduğunu farketti,” bildiğim kadarıyla “fark etti” şeklinde yazılması gerekiyor. Dilin yaşayan ve gelişen bir şey olabilmesi için kurallarda ısrarcı olmamak gerketiğini savunduğumu da belirtmek isterim.

      ” Bu yüzden sağdaki küçük ekrandan hızlıca geçen gölgeyi fark edemedi ama biraz sonra çıkan sesler onu uyandırdı.” Anlatıcının bağımsız bir kişilik olmadığı anlatım tarzlarında bu ifade “karakter açık şekilde görmedi ama ucundan da olsa hissetti” tarzında bir hissiyat yaratır. Bu amaçla yazdığını var sayıyorum, anlatım tarzı bir anda değişmiş gibi görünüyor yoksa.

      “Tankların içinde dört beş yaş civarında bir kız ve bir erkek çocuk vardı.” eğer bahsi geçen tankların içerisindekiler görülebiliyorsa, bu ifadenin daha erken bir yerde yer almasını tercih ederdim fakat tanklar içeridekileri tamamen saklıyorsa, karakterin düşünceleriyle oraya ulaşmasını betimlediği için çok harika bri yerde durduğunu söylerdim.

      Anlatımın, belki pek ilgilenmediğim bir tarzda olduğu için, beni kendisine çekemedi. Sahneleri canlandırabildim zihnimde fakat onlara karşı herhangi bir şey hissetmedim. Hissetmem gerekir mi? Sadece bir kameranın gördüklerini betimler gibi, duygusuz ve betimlemeden uzak şeyler yazmıştım ve bunu özellikle, bir şeyleri de bu yöntemimin içerisinde anlatmak için yapmıştım. Ama senin anlatımın bana öyle bir amaç gütmediğin hissini verdi. Fena değil ama etkileyici de değil. ÖZellikle o rüya, taşın etkilerini görme, karakterin “gerçekten yaşayan ve hisseden, geçmişe ve duygulara sahip birisi” olduğunu hissettirme, muhtemel yaratığımızın kabine ilk dokunuşu sahneleri için söylüyorum. Daha”ince elemeli”sin sanırım. Düşün içerisine sadece yüzünü sokmalı ve altında hissettiklerini, içeriden görünmeyecek ve düştekileri ürkütmeyecek bir yere sakladığın defterine yazmalısın. Eğer ürkerlerse, kameraya oynamaya başlarlar.
      Karakterlerinin düşüncelerine girmelisin, bir tiyatrocu gibi rol yapmalısın. Gaia olmalı ve diyarın, o karakterlerin etkilerine nasıl tepkiler verdiğini hissetmelisin. Okuyucu”ben onu değil, şunu yapardım” derse eğer, karakterin kişiliğinin farklılığına atıfta bulunuyor olmalı, diyardaki olası çözüm yollarını görememesine ve “normalde”yapabileceklerini yapamamasına atıfta bulunuyor olmamalı.
      Bunların hepsi kendi fikrim, hiç birisi için alınma lütfen. Yargı veya kesinlik taşımıyorlar asla. Aşırı uzatıyorum bir şeyleri açıklamaya çalışırken, bu yüzden kısa kesmeye çalışacağım.

      Şarkı sözleri gerçekçi olmuş diyecektim ki var olan bir şarkının sözleriymiş sanırım 🙂

      Yukarıdakilere ek olarak söylemek istediklerim; anlattığın şeylerde bazı “klişe”ler vardı ve bazı yerlerde çeşitli sebeplerle anlatımın kötüydü. Hikayenin sonu bana nedense Battlestar Galactica’yı anımsattı(dizinin sonunu değil, bütün bir diziyi)fakat pek beğendiğimi söyleyemem. Ne diyebileceğimi bilmiyorum, birkaç öyküyü daha “dikkatli” yazarsan ilerleyen zamanda daha “beğenilen” şeyler ortaya çıktığını göreceksin. Eminim. Çünkü, anlattığın şey kötü değildi. Anlatım tarzın kötüydü.
      bence:)

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *