Bir park… Sisli bir sonbahar havası… Karşılıklı iki bank… Paltolu, şapkalı, bastonlu bir adam (Michel Fou) sahneye girer. Sıkıntılı görünmektedir. Banka oturup etrafına bakar. Oflar. Gözlerini kapatıp düşüncelere dalar. O sırada başka bir adam (Hebe) gelir. Neredeyse yerlere kadar sürünen, kendisine büyük gelen uzun bir palto, başında fötr şapka, elinde kâğıtlar vardır. Diğer banka oturur. Fou onun geldiğini fark etmemiştir.
HEBE (bağırarak): Öldüreceğim diyorum size, öldüreceğim onu.
Fou irkilir. Korkuyla etrafına bakar. Hebe’yle göz göze gelir.
HEBE (yumuşak bir sesle): İyi günler bayım. (Şapkasını çıkartıp başıyla selam verir.) Yoksa sizi rahatsız mı ettim? Derin düşüncelerinizin karanlık kuyusundan mı çekip çıkardım?
FOU (kekeleyerek): İ- iyi günler. Yok, ben…
HEBE: (Oturduğu bankta yanında biri varmış gibi bağırarak) Defolun gidin diyorum. O sadece benim kafamın içinde neden hâlâ anlamıyorsunuz? Bakın işte, şimdi de mideme gidiyor. Görüyor musunuz sefil herifler?
Elinde sıkı sıkıya yapıştığı kâğıtlardan koparıp gerçekten de yemeye başlar, dudaklarının kenarından akan siyah mürekkebi pardösüsünün koluna siler.
HEBE: Görüyorsunuz değil mi bana yaptıkları işkenceyi? Onunla tanışmak istiyorlarmış, o iğrenç kaba saba, o adamla… Oncle Cauchemere’le.
FOU: Ben… pek anlayamadım…Gitmem ge…
HEBE: Durun! Hiçbir yere gidemezsiniz. (Çekirge gibi sıçrayıp Fou’nun oturduğu banka gelir. Kolunu omzuna dolayıp yüzünü yüzüne yaklaştırır.)
HEBE: Anlatacağım size. Dinleyin!
Fou korkuyla karışık bir ifadeyle başını sallar.
HEBE: Beni boğuyorlar bayım, beni boğuyorlar.
FOU: Kimler?
HEBE: Kimler mi, kimler mi? Of! Biri daha aynı şeyi sorarsa çıldıracağım. Onlar işte, onlar! Oncle’ın hayranları, o kadının düşkünleri.
Hebe tekrar diğer banka geçer. Somurtarak oturur.
FOU: Kadın mı? Hangi kadın?
HEBE: Siz de onlar gibisiniz demek. On-lar gi-bi. Hah! Yeni tanıştık ama saçma sapan sorular, sorular, sorular…
FOU (Şaşkın…): Özür dilerim.
HEBE: Dilemeyin efendim, dilemeyin. Özür dilemekten de benden özür dilenmesinden de nefret ederim. İnsan yaptığı her şeyin sorumluluğunu taşımalı. Bakın bunun içinde (başını gösterir…) ne var? Beyin! İşte bu olmasa ne farkımız kalır hayvandan, onun gibi?
FOU: Siz de bilmece gibi konuşmayın o halde. Şimdi kimin gibi diye soracağım?
HEBE: Sorun, sorun. Bekliyorum.
FOU: Kimin gibi?
HEBE: Siz beni dinlemediniz değil mi? Kendi dertlerinizin daha önemli olduğunu düşünüyorsunuz. Bütün bu zavallı insancıklar gibi! Bakın şimdi, buradan geçen birine sorsam Oncle Cauchemere sizi ne kadar ilgilendiriyor diye, aval aval yüzüme bakar, deli misin kardeşim, der. Benim derdim bana yetiyor, diye ekler. İşte sizin en ufak farkınız yok diğerlerinden. Ben başından beri size onu anlatıyorum ama nerede ilgi? Pöh!
FOU: Aa yeter ama! Gerçekten de benim derdim bana yeter. Size iyi günler. (Kendi kendine söylenir…) Deli mi ne sabah sabah!
HEBE: Yoo, öyle kaçıp gitmek yok. Madem başladık konuşmaya, siz de anlatacaksınız, ben de…
FOU: Bakın beyefendi! Şuraya biraz kendi kendimle baş başa kalabilmek için geldim. Biraz düşünmek için…
HEBE: Evettt…
FOU: Evet, işte siz beni engellediniz, düşünmemi…
HEBE: Demek o kadar da önemli değilmiş, yani o şey neyse, onu düşünmeseniz ölür müsünüz?
FOU: Ne biçim soru bu? İnsan her düşündüğü şey için ölse…
HEBE: Bakın! Gördünüz mü farkımızı? Ben onu düşündüğüm için bile ölebilirim.
FOU: Peki siz bilirsiniz, bana müsaade.
Hebe yine sıçrayarak yanına gelir.
HEBE: Kaçmak kurtuluş değil. Ben çok denedim. Öyle çok denedim ki! Beni bırakmadı bir türlü. Her saniye yanımda, içimde, aklımda. Hem sormadınız kim olduğunu?
FOU: (Artık iyice sinirlenmiştir.) Bakın benimle oyun oynamak istiyorsanız hiç oyun havasında değilim.
HEBE: Oyun… Oyun… Yaşam çocukların oynadığı gibi bir körebe oyunu, gözlerimiz bağlı, neler olacağını bilmeden, el yordamı arıyoruz bir şeyleri… Mesela iki gün önce eminim ki bambaşka şeyler düşünüyordunuz. Ama şimdi… Şimdi karşınızdaki bu adamın deli olup olmadığını, size zarar verip vermeyeceğini düşünüyorsunuz değil mi? İşte tam da bunun için ne ben sizinle oynayabilirim ne de siz benimle… Oyun (yukarıyı gösterir) onun işi. Ona sorun bakalım, oyunu size mi, bana mı oynuyor?
Hebe ve Fou birlikte yukarı bakarlar.
HEBE: Geldi mi bir yanıt?
FOU: Pek beklenecek bir şey değil, yukarıdan yanıt gelmesi.
HEBE: Bekleyin bayım bekleyin. Bir gece rüya gördüğünüzü sandığınızda bir şey belirir aklınızda. Sonra o şey büyür büyür, kaplar sizi. Yemek yerken, yolda yürürken, konuşurken onu düşünmeden yapamaz olursunuz. Sizi ele geçirir, sizi yutar… En azından kendim için bunu söyleyebilirim size.
Fou yine başını yukarı çevirir ama gelen giden bir şey yoktur.
FOU: Bakın bayım, bugün gerçekten canım çok sıkkın. Düşünmem, çözmem gereken bazı konular var.
HEBE: Size izin veriyorum o halde. İstediğiniz kadar düşünün. Ben yerime geçiyorum.
Hebe oturduğu yerden kalkıp diğer banka geçer. Fou tekrar gözlerini kapatır. Başını geriye atar. Birkaç saniye durur ama sonra Hebe’ye bakar. Hebe gürültülü bir şekilde elindeki kağıtları ısırmakta, ağzını şapırdatmaktadır.
FOU: Aklım takıldı, düşünemiyorum ki. Ne yiyorsunuz siz kuzum?
HEBE: Şu manzaraya bakın… (Ayağa kalkar kendi etrafında bir tur atar.) Şu manzaraya, gökyüzünün griliğine, ağaçların yeşiline, kırmızısına, şu çiçeklerin sarı, mor, mavi renklerine bakın. Ah! Ressam olsam buranın tablosunu yapardım ama değilim, lanet olsun ki değilim. Şu şu gördüklerinizin, (elindeki kâğıtları Fou’ya doğru uzatır…) şu basılmayan ama yenmesi çok lezzetli kelimelerin yazarıyım. Siz de ister misiniz?
Fou olmaz anlamında başını iki yana sallar.
HEBE: İstemiyorsunuz tabii. İstemezsiniz. Bunları ancak ben yiyebilirim, ben yazarım, ben yaşatırım, ben öldürürüm. Onu da öldüreceğim. Kimse engel olamaz bana. Siz, engel mi olacaksınız yoksa?
FOU: Yo, hayır. Size engel olmayı aklımdan bile geçirmedim.
HEBE: Geçirmeyin, geçirmeyin sakın! Biri bana dedi ki yarattığım kişiyi artık öldüremezmişim. O benden çıktığı anda kanatlanırmış ve pof! Uçup gidermiş. Birileri onu severse, büyütürse ne âlâ yoksa…
FOU: Bu sözünü ettiğiniz şey…
HEBE: Biliyor musunuz, kelime arsızı olmama rağmen bazen onları kullanmadan da karşımdaki beni anlasın isterim. Bir kaş kaldırma, bir göz kırpma, yarım bir cümle. Yok! Yok! Her şeyi tek tek anlatmadan anlamıyor bu insanoğlu. O halde anlatayım size. Ama madem derinlere ineceğiz birlikte, o zaman tanışmak için iyi bir zaman. Charles Hebe…
FOU: Michel Fou…
Fou ayağa kalkar elini uzatır ama Hebe yine boşlukla konuşur. Hebe onu dinlememiştir bile. Fou tekrar oturur.
HEBE: Bırakın peşimi ahlaksız herifler. Çözün ellerinizi boğazımdan…
Hebe, havayı yumruklarıyla dövmekte, kendi boğazını sıkmaktadır. Aniden sakinleşir.
HEBE: Beni bir türlü rahat bırakmıyorlar. Tanışalım, adım Charles Hebe.
Fou biraz şaşkın tekrar ayağa kalkar, elini uzatır.
FOU: Yine mi? Tamam, Michel Fou.
El sıkışırlar.
HEBE: Fou, Fou nerde duydum bu ismi. Nereden duydum. Nereden? Birazdan hatırlayacağım, hiç merak etmeyin…
FOU: Etmiyorum.
HEBE: Şimdi hatırlayacağım şimdi. (Etrafta bir volta atar.) Hah! Buldum tabii. Siz şu ünlü aktristin terk ettiği kocası değil misiniz? O güzeller güzeli kadının, o muhteşem okyanus gözleri olan, o beline kadar şelaleler gibi inen koyu kestane saçları olan, o kıvrımları…
FOU: Aa yeter canım, karımdan söz ediyorsunuz, tabiat dersinden değil!
HEBE: Öyle güzel bir kadın… Neden terk etti sizi, anlatmak ister misiniz?
FOU: İstemem!
HEBE: İstemezsiniz tabii. İstemezsiniz. Madem siz anlatmıyorsunuz o halde ben tahmin edeceğim. Kadın güzel olduğu kadar romantiktir, aşk ve coşku peşindedir. Herkes ona hayrandır hatta, hatta âşıktır. Ama o sizi seçmiştir. Sizin onu şaşırtmanızı ister, sizden iltifat bekler, belki küçük sürpriz hediyeler, belki sadece bir kır çiçeği. Öyle büyük hediyeler, mücevherler falan değil kesinlikle. Zaten onlara sahiptir. Ama illa ki ilgi ama adam, dostum, donuktur, her şeyi mantık gözlüğüyle incelemektedir. Kadını sever ama aşırı duygusal gösteriler ona göre değildir. Sonunda kadın adama tahammül edemez ve onu kapı dışarı atar.
FOU: Lütfen, kapı dışarı falan atmadı. Sadece düşünmek için biraz süre istedi.
HEBE: Ah! O kadar belli ki nasıl bir adam olduğunuz? Ben olsam sizi tekrar yazardım.
FOU: Beni yazmak mı?
HEBE: Tabii dostum. Herkes kendi hikâyesini yazıyor, kendi hikâyesiyle yetinmeyenler de başkalarınınkileri… Ama tüm hikâyeler insanın kendisinden doğar. İnsanlar hikâyelerini yeniden yeniden yazmak ister ve hepsi hayal kırıklığıyla biter. Bak bana, Oncle Cauchemere’i yarattım yani kendimi yani kendimde olan, olmayan şeyleri.
FOU: Kimdir bu Oncle Cauchmere?
HEBE: O, o ancak yaşanır. Size neyini anlatabilirim ki onu? O korkunçtur. Kasıntı, kaba, gürültücü ve dehşet vericidir. Aynı zamanda psikopat ve yakışıklı bir kadındır.
FOU: Yani sizin yarattığınız bir karakter!
HEBE: Ben mi yarattım?
FOU: Öyle dediniz ya!
HEBE: Ne dedim?
FOU: Oncle Cauchemer’i yarattım dediniz.
HEBE: Bilmem. Belki de vardı o. Belki de benim çocukluğumun kâbusuydu. Belki de onun bende bıraktığı izdi. Kayıp bir iz. Belki de onun peşine düştüm ve karşıma Oncle çıktı. Ne o beni bırakıyor, ne de ben onu.
FOU: Bana pek mantıklı gelmiyor söyledikleriniz. Sonuçta onu yaratan sizsiniz yani sizin düşünceleriniz. Kolaylıkla da öldürebilirsiniz.
Hebe kahkahalarla gülmeye başlar.
HEBE: Bunu denemedim mi sanıyorsunuz? O sarhoşlar evimi bastığında onun ölümünü aceleyle kaleme almaya çalışmadım mı sanıyorsunuz? O öylesine güçlü ki, onu öldürmem için buralardan gitmem gerek. Uzaklara, çok uzaklara. Kimsenin bizi tanımadığı yerlere.
FOU: İlginç. Ben de merak ettim şimdi Oncle Cauchemere’i.
HEBE etrafı dinler. Fou’ya sus işareti yapar.
HEBE: Sakın, sakın onun adını yüksek sesle söylemeyin. Ona âşık, onu merak eden, onunla olmak isteyen o kadar çok insan var ki. Onun resmini çizmeye çalışanlar çıldırdı, onu sahneye koymak isteyen adam intihar etti. O beladır. Beni benlikten çıkardı. Neredeyse tam anlamıyla ele geçirdi. Kalemimin ucundan çıkıp özgürlüğüne kavuştu. O gerçek!
FOU: Gerçek mi? Ama nasıl olur, siz şimdi onu yaratan benim, yazan benim demediniz mi?
HEBE: Kim?
FOU: Siz!
HEBE: Ben mi? Ben mi yarattım onu? Sizi kandırmak içindir o. Oncle zaten var. Yaşıyor, canlı…
FOU: Bilmece gibisiniz.
HEBE: Ben kuzeye gitmeyi istiyorum. Onunla… Oncle ve ben. O istemiyor ama. Burada bu şöhreti seviyor. İlgiye muhtaç, her karakter gibi. Biraz yemek ister misiniz, ondan bir parça…
(Elindeki kâğıtları uzatır.)
FOU: Onu mu yiyorsunuz?
HEBE: Çok lezzetli, deneyin. Bakın tadına, sonra siz de vazgeçemeyenlerden olun.
FOU: Ben… Ben pek sanmıyorum. Madem bu kadar rahatsızsınız, şikayetçisiniz, siz de bırakın onu yazmayı o zaman…
HEBE: (Yerinden sıçrar, onun bankına oturur.) Ben size ne anlatıyorum bir saattir? Siz onu benim kölem mi sandınız, yazdım diye? Bıktım sizin gibi anlayışsız insanlardan.
(Sinirle ayağa kalkar, bir tur atar tekrar kendi bankına oturur. Sırtını döner.)
FOU: Ben yani, sizi böyle görünce…
HEBE: (Yerinden fırlar, sahnenin önüne gelir, seyircilere dönük…) Siz aşk adamı değilsiniz, anlamazsınız. Şurada bir kalabalık olsa ve ben onlara tek tek sorsam. Mesela şu, şu keyifle evinde oturan kırklı yaşlardaki kadın, siz hiç âşık oldunuz mu? (Bu arada sanki seyircilerin arasından birilerini gösterir…) Onun için gece gündüz sayıkladınız mı? Ailenizi hiçe sayıp her şeyi geri de bırakıp onunla kaçtınız mı? Mesela siz bayım, bir kadın için kendinizi ateşe attınız mı? Onun için geceleri bir damla göz kırpmadan şiirler yazdınız mı? Mesela siz genç adam, siz hiç aşkı tattınız mı? Ya da siz genç bayan, geceler boyu gözyaşı döktünüz mü? (Tekrar Fou’ya döner…) İşte! Yazmak aşktır. Yazmak esarettir, karşılığı olmayan tutkudur. Bağımlılıktır. Kafanızın içinde sürekli dönüp duran kelimelerdir. Gece sizi uykunuzdan uyandıran, sizi bir saniye bile bırakmayan hastalıktır. Halüsinasyon görmektir, delirmektir, açlık sınırına gelip açlığını unutmaktır. Romantizmdir, realizmdir, egoizmdir, anarşizmdir, narsisizmdir, hümanizmdir, fovizmdir, sürrealizmdir…
FOU: Abartıyorsunuz.
HEBE: Abartıyorum öyle mi? Bunun için karınız sizi…
FOU: Lütfen karımdan söz etmeyin artık.
HEBE: Ben karınızdan değil sizden söz ediyorum. Sizin gibi, sizin gibi aşk yoksunu insanlardan…
FOU: Ben aşk yoksunu değilim. Ben… Ben… Hem bunlardan söz etmek isteyen kim? Bırakın beni rica edeceğim. Şunu da şu kâğıt parçalarını da yemeyi kesin artık…
Hebe kağıtları ağzına tıkıştırmaktadır. Mürekkep akmaya devam eder.
HEBE: Rahatsız mı oldunuz?
FOU: Haliyle…
Dudaklarının kenarından akan mürekkebi paltosunun koluna siler ve Fou’nun yanına oturur, paltosunun kirlenmiş kolunu gösterir.
HEBE: Ne görüyorsunuz?
FOU: Paltonuzu mahvetmişsiniz. O mürekkep lekesi çıkmaz artık.
HEBE: (Kahkahalarla güler.) Mürekkep lekesi mi? Yani siz şimdi bunu mürekkep lekesi olarak mı görüyorsunuz? (Tekrar güler.)
FOU: Değil mi?
HEBE: İyi bakın dostum, iyi bakın.
Fou paltodaki lekeye yaklaşır, elini sürer.
FOU: Hay Allah! İşte, dediğim gibi mürekkep lekesi. Elimi de boyadım sizin yüzünüzden…
HEBE: (Ayağa fırlar, elleri arkada hızlı hızlı ileri geri yürüyerek…) Çıldıracağım! Tutmasın kimse beni, çıldıracağım! (Tekrar Fou’ya yaklaşır, iyice burnunun dibine girer. Fou oturmakta, Hebe ayaktadır.) Bir saattir size onu, kendimi anlattım, siz gelmiş onu yaratan kelimelere, kelimelerin can damarına leke diyorsunuz. Bakın bayım, görüyor musunuz bu (Alaycı bir sesle…) “mürekkep lekesi” dediğiniz şey benim karakterimin kanı, kanı… Her bir düşüncenin kelimelerde vücut bulmuş hali. Sizler, sizin gibiler, okurlar, zaten onu hazmedemeyecektiniz. Hah! Bunları neden yediğimi sordunuz değil mi? Aylardır kafamda yarattığım, beni yemeden, içmeden kesen, kafamın içinde hiç durmadan konuşan bu karakteri önce vazgeçilmez sanacak, diğerleri gibi ona âşık olacaktınız ama sonra, ya sonra başka bir karakter çıkacaktı ve siz onu unutacaktınız, sonra bir başkası, sonra bir başkası… Siz, siz (Bu kez sahnenin önüne gelir ve seyirciye doğru…) Şimdiye kadar kaç kitap okudunuz, kaç karakter yediniz? Kaç karakteri çiğnemeden yuttunuz? Ha! Hangisinin tadını hatırlıyorsunuz? Obursunuz, açgözlüsünüz… (Tekrar Fou’ya döner.) İşte bu yüzden bayım, işte bu yüzden kapı dışarı edilen Bay Fou size, sizin gibilere yedirmeyeceğim karakterimi, kitabımı. Tarihin sayfalarına “olamayanlar” diye geçerim belki, belki bir isim bile bırakamam, kaybolurum. Bu yüzden dostum sadece ben afiyetle yiyebilirim onu. (Banka oturur bu kez seyirciye bakarak yemeye devam eder. Fou elindeki mürekkebe bakmaktadır. Elini ağzına götürür.)
Işıklar kararır.
Perde
- İtiraf Odası - 1 Aralık 2022
- Düşsüz Adam - 1 Temmuz 2021
- Gergedan Sami, Zargana Hamdi ve Ben - 1 Şubat 2021
- Gölgesiz Kadınlar - 1 Kasım 2020
- Çekmeceler - 1 Temmuz 2020
Karşılıklı sohbet ile geçen bir öyküyü ne kadar uzun olursa olsun gözümden büyütmeden okumaya başlarım hemen. Bu dediğim sadece telefon için geçerli.
Sizin öykünüzü de keyifle okudum. Yoksa izledim mi desem? Her neyse efendim.
Güzel bir öykü. Kitaplara, okurlara ve bu alandaki sorunlarımıza kısacık da olsa belirlenen konu çerçevesinde değinmeniz hoşuma gitti.
Kaleminize sağlık.
Merhaba; yorumunuz için teşekkürler, beğenmenize sevindim. Evet, evet “izledim” demenizi tercih ederim çünkü her ne kadar “Öykü Seçkisi” de olsa Kayıp Rıhtım’ın da onayıyla kısa oyun olarak yazdım. Hatta ve hatta “Olamayanlar” kitabının diğer yazarları bile oyuna dahil olup uzun bir tiyatro oyunu yazılabilir. Bu davet olarak Rıhtım yolcularına açıktır. Bu vesileyle bunu da duyurayım:) Tekrar teşekkürler
Merhabalar.
Daha önceki öykülerinizde sergilediğiniz diyaloglardaki başarınızın somut örneği olmuş bu çalışmanız; imrenilesi. Karakterlerin duruşları, tavırları harikaydı. İzlemiş kadar oldum ben de ama bu gerçekten izlemek istediğim gerçeğini değiştirmiyor. Keşke mümkün olsa.
Bu harika oyun için teşekkür ederek ellerinize kaleminize sağlık.
merhaba,
öykünün ilk okuru olarak zaten çok beğendiğimi ifade etmiştim, bu platformda tekrar edeyim. oyun şeklinde yazılması güzel bir farklılık. dil ve diyaloglar hep iyiydi; yine iyi.
seçkide güzel bir renk olmuş öykün.
kalemine kuvvet
Merhaba,
Okumaktan keyif aldım. Seçkiye farklılık katmışsınız. İçi dolu, etkileyici bir öykü olmuş. Karakterlerin kendine has yönlerini beğendim. Emeğinize sağlık.