Öykü

Düğün Çanları Kimin İçin Çalıyor?

Güneş batıyorken iki genç adam işlerine tüm odaklarını vermişti ve aralarından biri mantıklı bir soruyla bu sessizliği bozdu;

– Dünyanın sonu gelmişken birine bağlılık yemini edecek olman saçma değil mi? Biliyorsun yarın onu karnı deşilmiş bir şekilde görebilirsin veya seni yemek için üzerine atlayabilir.

– Hayır, Maria ısrar etti. Belki hayatımıza renk katar. Ayrıca çanları asmaya bırak da bana yardıma gel salak, onlara kimin ihtiyacı olacak?

Peter merdivenden aşağı inerek;

– Bilmem. Belki hayatımıza renk katar.

Masa örtüsünün bir ucunu tutup Jake ile çırptı. Beraber masanın üstüne örttüler. Jake kendine bir sandalye çekip oturdu.

– Evlenmem kötü bir karar mı?

– Dünyanın sonu için gerekli görmüyorum o kadar. Baksana ne kadar zahmete mal oldu. Hatırlar mısın bilmiyorum ama önceden buzdolabına gitmeye üşenirdin ve o sırada yaptığın şey hayatta kalmaktan çok uzaktı. Abur cubur yiyip dizi izliyordun.

– Değişmiş olamam mı?

– Senin için o kadar yemek yapmamdan sonra değişmen çok isabetli olmuş.

– Sana özel bir durum değildi ki herkese karşı öyleydim. Felaketler insanları değiştirebiliyor gerçekten.

– Aslında bakarsan durumun hiçte felaket değil. Bir kızla tanıştın ve evleniyorsun. Gelecek kaygın yok çünkü bugün yaşarsan ne mutlu sana. Ayrıca istediğin kadar mülke sahipsin. Toplum yapısını unutursan bir rüyada sayılabilirsin.

– Birazcık işler şansıma yürümüş olabilir ama sen de buradasın.

– Ahh bu çok tatlı oldu ama o kadar da umurumda değilsin.

– Jake tatlım buraya bak!

Maria üzerinde beyaz sayılabilecek bir elbiseyle uzaktan el sallıyordu.

– Gelinliği nereden bulmuş?

Jake gülerek el sallarken;

– Aşağı sokakta köşedeki mağazada. Sen getirdin hatırlamıyor musun?

– O gelinlik miydi? Bir de bunun için o kadar uğraştım mı?

– Çok güzel olmuş hayatım. Artık hazırız galiba.

Maria bağırarak;

– Olmaz Olivia hazır değil daha. Biraz daha beklememiz lazım. Ayrıca atıştırmalığımız hiç yok.

Peter artık dayanamamıştı;

– Maria saçmalama artık. Atıştırmalık ne, düğün yapıyoruz burada. Biz sana güzel bir içki buluruz.

– Öyle mi?

– Eminim gelinlikçinin yanında bir yerde vardır.

– Tamam ama acele edin. Hava kararmak üzere.

Birlikte tepedeki kiliseden aşağı iniyorlardı. Rüzgârın titrettiği çanlardan ve rüzgârın kendi sesinden başka bir şey yoktu. Şehre inene kadar sustular.

– Sence hiç içki var mıdır?

– Bilmiyorum, içkiyle hiç alakam yoktu.

– Benim de öyle.

– Evet, biliyorum.

Yıkılmış bir dükkân gördüler ve içine girdiler. İkisi de dükkânın bir ucuna gitti.

– Baksana. Bizim diğer ev arkadaşımız kimdi?

– John mu?

– Evet, o çocuk. Ne oldu ona?

– Bilmiyorum virüs patlak vermeden önce ailesinin yanına gitmek istiyordu.

– Sence başarmış mıdır?

– Ehh. Hayır, çıktığı pazar olaylar başlamıştı.

Rafların arasında dolaşırlarken birbirlerine rastladılar.

– Demek ki burada yok.

– Hayır, burası market bile değil.

– Baksana kırtasiyeymiş.

Paramparça olmuş gülen çocuklu tabelaya baktıktan sonra başka yıkılmış bir dükkâna girdiler.

– Bence Olivia ile düşünmelisin.

Peter kahkaha atarak;

– Ne?

– Baksana senden başka talibi yok.

– Evet geri kalan herkes birbirlerini yiyor.

– Olaya oradan bakmamalısın.

– Tam olarak nereden bakmalıyım? Her yerde ayaklanan ölüler var ve yaşayanları yiyorlar. Bundan zar zor kurtulmuşken bir başkasını düşünebilir miyim?

– Benim için içki arıyorsun ama.

Kafasını eğip sustu. İkisi de bir şeylerin farkındaydılar ama olmamış gibi davranmak daha kolaydı ve içki aramaya devam etmeleri gerekiyordu.

– Buldum, dedi Jake.

– Öyleyse gidelim. Güneş battı batacak.

– Önce tadına bakmak istemez misin?

– Olmaz düğününe sarhoş gidemezsin.

– Sence hata mı yapıyorum?

– Lütfen her şey aynı devam ediyormuş gibi davranmayı bırak.

– Ne?

– Ne demek istediğimi anladın.

– Beni öyle gördüğünü bilmiyordum.

– Önemli olan senin beni nasıl gördüğün. Ben istemesem de her şeyi açık oynuyorum. Peki ya sen?

Jake yerden aldığı kadehi tişörtü ile temizleyip içkiyle doldurdu.

– Peki içerken bir yandan da yürü o zaman. Daha fazla bekletmeyelim kimseyi.

– Tamam bir dakika bekle, deyip bir yudum aldı.

– Tadı güzel mi bari?

Jake yüzünü ekşiterek;

– Bu meyve suyu. Hem de bozuk.

– Öyle mi? Şişesi çok benziyor ama.

– Eeee ne yapacağız?

– Başka dükkân yok.

– Nasıl yok? Kasabada sadece üç dükkân mı var?

– Öyle, gelinlikçinin tutunması şaşırtıcı değil mi?

– Evet, özellikle etraftaki insan sayısına bakarsak.

İkisi de uzun bir süre kahkaha attı. Biri gerçeği fark edene kadar.

– Jake?

Jake kahkahalarını bastırmaya çalışırken;

– Ne oldu?

– Buradaki insanlar nerede?

Ortam ciddileşince Jake sustu ve biraz düşündü.

– Geldiğimizde kimse yoktu. Birkaç kişi vardır onlarda şehir dışına kaçmışlardır diye düşünmüştüm.

– Burası zaten şehir dışı. Ayrıca işlek gelinlikçisi olan bir kasaba.

– Evet, evet öyle. Nereye varmaya çalışıyorsun?

– Ya bir başkasının düğünü daha bitmemişse.

Biraz sonra güneş tam olarak battı ve tepedeki kiliseden gürültüyle sallanan çanlar ve kadın çığlığı sesleri geliyordu.

Mustafa Bozkurt