Öykü

İtiraf Odası

Beni bulduklarında öleli dört gün olmuştu. Yanıma gelenler gözlerini kaçırdı bedenimden. Ben böyle çıplak kalmamıştım hiç. Utanacaktım yaşasaydım ama artık utanma duygum kaybolmuştu. Etrafıma şerit çektiler. Biri, kim tanımıyorum, zaten gelenlerin hiçbirini tanımıyorum, bol bol fotoğrafımı çektikten sonra gözkapaklarımı indirmeye çalıştı, olmadı. İri mavi gözlerim kapanmadı. Kaskatı kesilmiştim. En güzel yerimdi gözlerim diye düşündüm. Ölüler düşünmez mi dediniz? Durun daha ölülerin neler yapacaklarını bilmiyorsunuz sanırım. Sonra beni bir torbaya koydular. Karanlıktı. Soğuk bir odada açtılar fermuarı. Başladılar beni kesmeye. Ölmeden önce onun bana anlattıklarını anlatmak istiyorum demeye çalıştım olmadı. Kalbim elindeydi beyaz önlüklünün. Sonra diğer organlar. Beni öldürenden bir iz arıyorlardı. Beynimin içinde anılarımdaydı son dakikalarım. Kayıtlı. Ölenin kaydını dinlemeyi henüz keşfedememişti zavallılar. Sorun bana, anlatayım yaşadıklarımı. Sormadılar. Tek umudum tırnağımın içinde sakladığım bilgiydi. Sakın atlamayın. Sakın, sakın… Serçe parmağımın içinde sıkıştırmıştım. Hadi bulun onu. Geri zekalı döndü sırtını. Yine torbaya mı koyacak derken son bir gayret kolumu masadan aşağı sarkıttım. Beyaz önlüklü kolumu kaldırırken birden serçe parmağımı oynattım. Oynattım mı emin değilim ama adam da şimşek çaktı. İncecik bir aletle tırnağımın içinde neredeyse mikron düzeyinde bir parça çıkardı. Başarmıştım. Artık şalteri indirebilirdim.

Cesedin çıkarılması yaklaşık dört saat sürdü. Genç kadın iri mavi gözleri tavana dikili çırılçıplak yatıyordu. Yaşı belki on altı belki on yediydi. Saçları düzensizce tıraş edilmişti. Bazı yerleri kısacık bazı yerleri uzundu siyah saçlarının. Benim gördüğüm ilk cinayetti bu. Midem bulandı, kendimi tutmaya çalıştımsa da başaramadım. İçimde ne varsa kustum. Boncuk boncuk terlemiştim. Sırtıma dokunan elle irkildim. “Olur bunlar ilk işte” dedi deneyimli arkadaşım. “Alışırsın, alışırsın.” Ona baktım. Kırklı yaşlarının yıpranmışlığına uygun olmayan bir dinamizm gelmişti üzerine. Ergen sevinciyle yerinde duramıyordu. Gözlerinde cinayetin parıltısını gördüm. Polistik de vardır bu kavram “cinayet parıltısı”. Bulmacayı çok seven birinin çözmesi zor bir bulmaca bulması gibi. Ağzındaki sigaranın son dumanını iyice içine çekti, izmariti uzağa fırlatıverdi. “Hadi, daha çok işimiz var. Toparlandıysan dönelim” dedi. Döndük. Fotoğrafları tahtaya yapıştırdık. İri mavi gözler sanki ruhuma işliyordu. Sorsam, bunu sana yapan kim desem sanki anlatacaktı. Her çocuk gibi yarım kalmıştı.

Tırnakları arasındaki deri parçasından adamın kimliğini tespit ettik. Sözle olmasa da bize katilini anlatmayı başarmıştı cesedi. Adamın evine baskın düzenledik. Alt kattaki odanın ortasında diz çökmüş yerdeki saç tellerini düzeltiyor, okşuyordu. Adam başını bile kaldırmadı. Onu orada vurmak isteği boğazımdan kusmuk gibi fırlamayı bekliyordu. Sadece bir küçük hareket istiyordum. Bir küçük hareket… Adam, sanki bizi o anda fark etti, yüzünü bize çevirmeden son derece sakin bir şekilde konuşmaya başladı.

“Nihayet geldiniz, artık çok yoruldum. Neler olduğunu anlatacağım ama sadece dinleyin, yüzüme bakmayın. Yüzüme bakılırken konuşamam…

Çok geç yaşta evlendim ben. Kadınlardan hep uzak durdum. Onları, çok kurnaz bulurum. Tilki gibi görünürler gözüme. Kafalarından ne geçtiğini pek anlayamam. Annem, sağken beni tüm tuzaklardan sakınırdı. Bu eski konağa sadece temizlikçi gelirdi. Onun dışında ne bir konuk ne bir arkadaş! Her akşam annemin saçlarını tarardım, o da bana kadınlar hakkında küçük hikâyeler anlatırdı. Sadece annelerin melek olduğunu, diğer kadınların geceleri erkeğin nefesini çekip kendi yaşamına kattığını… Karım, evimize temizliğe gelen Hasan Bey’in kızı… Onu ilk kez beş yaşındayken görmüştüm, ben o zamanlar yirmi beş yaşındaydım. Neyse bu kız arada babasıyla gelirdi konağa. Bu arada ben hiç çalışmadım. Hiç gerek olmadı. Paramız hep vardı. Annemin avukatı işleri takip eder, her ay bana belirli bir para gönderirdi. Bu yüzden evde müzik dinler, uyur, kendi kendime satranç oynardım. Arada bir arabayla gezerdim. O kadar. Sade bir yaşam değil mi? Bu kız, yani karım, gözümün önünde büyüdü. On dört yaşındaydı evlenmeye karar verdiğimde. Annem öleli bir yıl olmuştu. Babası sesini çıkarmadı. Evde beş çocuk daha… Düğün, dernek olmadan iki şahit, baba izniyle evleniverdik.

Annemle bir oyunumuz vardı. İkimiz birbirimizden bir şey saklamayacağımıza söz vermiştik. O itiraf etmekten hiç gocunmazdı. Birlikte olduğu erkekleri, yatak maceralarını, aldatmalarını, aldatılmalarını bana anlatırdı. Bense sadece gece rüyamda itiraf edecek şeyler yaşardım. Onu annemin yüzüne karşı anlatamaz, aşağıda kullanılmayan odada fotoğrafına anlatırdım. Böylece sözümde de durmuş olurdum. Aynı şeyi karımla da uygulamak istedim ama yüz yüze yapılacak itiraflar korkutur beni. Ne söyleyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemem. Ben de bu büyük evin alt kattaki odasını itiraf odası olarak ayırdım. Ona kuralları söyledim. Burasının itiraf odası olduğunu, odanın içeri giren tarafından kilitleneceğini, eşya kırmanın öfkeyi dışa vurmak olduğuna inandığımdan her itirafta bir eşya kırmak gerektiğini, itiraf odasındaki kişiye saygı gösterilip rahatsız edilmeyeceğini… Hepsini madde madde yazıp kapının girişine astım. Kapının önünde yemin ettirdim ona.

Ne çok anlam yüklemiştim bu odaya. Yıllarca kapısı hiç açılmayan bir odamız olacaktı. Belki onun gözlerine bile bakabilecektim yıllar sonra. Hayalmiş hepsi. Evlendiğimiz günün ilk gecesinde, ilk birleşmeyi yaşadıktan sonra karım ağlayarak bir şey söylemeden usulca kalktı yataktan. Aşağıdaki itiraf odasını açtı ve büyük bir gürültüyle ne olduğunu bilemediğim bir şey kırdı. Ardından tiz bir çığlık duydum. Şartlar gereği ne olduğunu, neden indiğini hiç sormadım. Günler geçtikçe karımın odaya giriş çıkışları da arttı. Odaya birkaç parça eşya koymuştuk. Zamanla bir sürü eşya daha taşıdı.

Karım artık iyice gelişmiş, on yedisini geçmişti. Eskisi gibi görünmüyordu gözüme. Sessizce dolanıyordu evde. Ne zaman, nereden çıkacağını bilemezdim. Annemin anlattığı kadınlara dönmüştü bile. Tilki! Ondan nefret ediyordum. Günler geçtikçe nefretim arttı. Bir gece odasının kapısını kırıp boğdum onu. Kurtulmuştum. O zamana kadar hiç olmadığım kadar mutluydum. Sanki kanatlarım çıkmış, özgürleşmiştim. Cesedini bahçeye gömdüm. Arabayla avlanmaya başladım. Yağmurlu bir günde on üç yaşlarındaki kızı aldım arabama. Küçücük, kedi yavrusu gibiydi. Titriyor, uzun saçlarından süzülen sular eteğini ıslatıyordu. Ceketimi çıkartıp sarınması için verdim. Titremesi geçmedi. Arabayı bir kenara çekip kollarımla sardım onu. Bir şeyler dedi, hatta sanırım hafifçe itti beni. Ona korkmamasını, bir şey olmayacağını söyledim. Kokusu, toprak gibiydi. Yavaşça kucağıma aldım. Benimle boğuşmak ister gibi davranıyordu. Rahat hareket edebilmek için kravatımla ellerini bağladım, ağzını da bir elimle kapattım. Mücadele edilmesini sevmediğim için bayıltıncaya kadar kapattım ağzını. O küçük kızın ilk erkeği oldum. Sonra boğazına sarıldım. O son nefesini verirken boşaldım. Ondan bir şey almalıydım. Saçından bir tutam kopardım. Kızı karımın yanına gömdüm. Eve döndüğümde hemen itiraf odasına girdim. Saçı yere koyup taramaya başladım. Annem yanıma geldi beni okşadı. Bir bağımlı gibi kendimi durduramadım. Yine yollara düştüm. İşte o bulduğunuz kızın upuzun siyah saçları vardı. Acil bir yere yetişmesi gerekiyormuş. Güçlüydü, ben ona saldırdığımda kapıyı açıp atlamasını becerdi. Arabayı durdurup peşinden koştum. Boğuşmasına fırsat vermeden boğdum onu. O sırada dışardan sesler geldi. Aceleyle kestim saçlarını. Ama cesedini taşıyamadım. Olduğu yerde kaldı. Eve gelince doğru itiraf odasına indim. Saçları her yere serdim. Derken annem geldi yine yanıma…”

O anda üzerine atladım. Nasıl sakince anlatmış ve biz nasıl o dakikaya kadar dinleyebilmiştik.

Elimden zor aldılar. O gün polislik mesleğini bıraktım. Ya da polislik beni bıraktı. Artık sadece yazıyorum.

Nurdan Atay

Endüstri mühendisiyim. Mesleğimi çok uzun süre yaptıktan sonra rotamı edebiyat çalışmalarına çevirmeye karar verdim. O tarihten beri de yazıyorum. İkinci üniversite Edebiyat okuyorum. Bir grup yazan/yazar arkadaşımla birlikte her ay Kil-Tablet adında öykü fanzini çıkarıyoruz. Ağırlıklı olarak öykü ve tiyatro oyun metinleri yazıyorum. Okumayı, seyahat etmeyi, film izlemeyi, yogayı, el sanatlarından becerebildiklerimi yapmayı, doğayı, öğrenmeyi, araştırmayı seviyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for ozbabur ozbabur says:

    Selam, itiraf odası fikri enteresan ve ürpertici. Polisiye öykü için biçilmiş kaftan. :slightly_smiling_face:.
    Kurguyu sevdim, merakla okudum öykünü.
    Kalemine sağlık.

  2. Selam, seni burada görmek güzel:)
    Teşekkür ederim beğenmene sevindim. İçerik olarak beni zorladı açıkcası.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for ozbabur Avatar for Nurdan_Atay