Öykü

Bir Kanatlının Günlüğü

13 Ekim 3024

Bugün sabah, kırda dolaşırken Kılıç’ı buldum. Çimenlerin arasında bir kralın cesedi gibi yatıyordu. Kabzasını kavradım. Soğuktu. Yılların üşümüşlüğünü taşıyordu. Ağırlığı kolumu büktü. Belli ki bir zamanlar yaman bir yiğidin avuçlarını süslemişti.

Ne yapmalıydım? Kılıç benim mi olmuştu? Etrafıma bakındım. Kimsecikler yoktu. Düzlük, uzaklarda ufkun bulutlarıyla birleşiyordu. Rüzgarsız bir gündü. Kılıcı sağa sola savurmaya başladım. Üstünkörü dövülmüşlüğünü madeninin muhteşemliği gizliyordu.

Daha önce kılıç görmüşlüğüm vardı. Kabilemizin beyi, kınından hiç çıkarmasa da bir kılıç taşırdı. Dedelerim ok ve yay ile savaşmış olsalar da onlardan yadigar kalmış birkaç uzun hançerimiz mevcuttu evimizde. Gerçi savaşların bittiği şu günlerde birer hatıradan ibaretti her biri.

Kılıcımı saklamalıydım. Uzuntepe’nin sonundaki kayalığın ötesindeki alıç ağacının dibine gittim. Toprağı kazmaya koyuldum. Oldukça nemliydi. Kolay oldu. Kılıcımı gömdüm. Belki yıllara meydan okuyan parlaklığı bir nebze sönecekti. Lakin onu saklamanın tek yolu buydu.

17 Ekim 3024

Elmalar olgunlaştı artık. Yolmaya indik bugün. Bahçe geçen gün yağan yağmurun nemini taşıyordu hala. Çürümüş yazlık elmalar çoktan gübre olmuştu. Armut ağaçlarını sarmış arılar yoktu artık. Sarının değişik tonları etrafı bürümüştü.

Kasaları yola yine ben taşıdım. Kardeşim Kültek, tembelin teki. Yardım etmeye hiç yanaşmadı. Belki yardım etseydi ona kılıcımdan bahsederdim. Maceranın lafını çok sever, oysa ödleğin tekidir. Andıklardan korktuğunu itiraf etti. Ölüleri yiyen yaratıklardan bir canlı olarak korkmasının gereksizliğini açıkladım. İkna olmadı.

18 Ekim 3024

Bugün, dedem bana havada uçarken nasıl takla atacağımı öğretti. Babam hala bilmiyor bunu. Kardeşim köyün ozanından ders almaya gittiği için bu dersten mahrum kaldı.

20 Ekim 3024

Bugün, kılıcımın çalınmadığından emin olmak için alıcın oraya gittim. Toprağı kazdım. Kılıç oradaydı ve hala parlaktı. Tekrar gömdüm.

25 Ekim 3024

Dağların doruklarına kar düştü. Dedem “şapkalarını giyindiler,” diyor. Oralara uçmamız yasak. Yasakları sevmeyen kanadı bozukların yurdu orası. Dedem onların kanatlarının karardığını söylüyor. “İğrenç” buluyorlar bunu. Oysa bana çok çekici geliyor “siyah kanatlar” fikri. Acaba benim kanatlarımda da mı soysuzluk var?

27 Ekim 3024

Bugün ormana gittik. Bütün kabile oradaydı. Bunu her sene yaparız. Amaç gençlerin eş bulmasıdır. Ben de gözüme Küçükkanatlar’ın kızlarından birini kestirdim. Onlar bizi sevmezler. Ama biliyorum, kılıcımla onları dize getireceğim.

Ormanda her sene olduğu gibi yine kavga çıktı. Kanatlar kavgada bedeni yoruyor. Dedem “savaşçı kanatsız olmalı,” derdi. Belki de doğru.

Bu kavgaya kılıcımla dalsam ne şaşarlardı. Yakında kılıcımı meydana çıkaracağım. Madenin parlaklığıyla ortaya çıktığımda bir “kanatsız” kadar ihtişamlı olacağım.

30 Ekim 3024

Bugün kılıcımı yerin altından çıkardım. Artık onu herkese göstermenin vakti geldi.Kabile sınırına geldiğimde boynuma asılı boruyu üfleyip kabilenin toplanmasını sağladım. Benim gibi bir gencin böyle şeyler yapması hepsini şaşırtmıştı. Kılıcımı sallayıp, “İşte silahım ve işte bedenim, düşmanım varsa çıksın.” dedim. Aslında çok fena korkuyordum o an. Ancak kimse meydan okumadı. Güvendim kendime. Kılıcım güneşin altında parlıyordu.

Kabile beyimiz gelip alnıma bir tokat attı. “Kılıç taşıyan herkes kanatlarının kesilmesi ve gerçek bir savaşçı olma haklarına sahiptir. Bu haklarını kullanmak istiyor musun?” dedi.

Kararsızdım. Acıdan korkuyordum. Ancak kılıca sahip olabilmemin tek yolu acıya dayanmaktı. Diz çöktüm. Güneş gözlerimi kısmama sebep oluyordu. Uzakta bir çölde efendilerin demir savaşçıları savaşıyordu. Kuzeyde bir balıkadam yüzerek tapındığı pengueni arıyordu. Bense diz çökmüş kanatlarımın biçilmesi için bekliyordum. Dünya garip bir yerdi. Ben de bu garip dünyanın garip bir savaşçısı oluyordum.

Kabile beyi, kılıcı eline alıp sağ kanadımın vücudumla birleşen noktasına vurdu. İlk vuruşta kanat kopmadı. Müthiş bir acı omuzlarıma tırmandı. Bağırmamak için dişlerimi sıktım. Elimde olmadan titremeye başladım. Kılıcın kanla boyanmış olduğunu gördüm yaşlı gözlerimle.

Annemle kız kardeşim sesli ağlıyorlardı. Babam onlara bir tokat attı. Babam her fırsatta onlara tokat atardı. Kanatlının biriydi. Kanatlarını kestirecek cesareti yoktu. Ancak onları dövecek kadardı cesareti. Kabile beyi, kanatsızları anlatan eski bir efsaneyi ezberden okumaya girişti. Sesi damarlarıma girip acıma meze oluyordu. Sanki insanlar kaybolmuşlardı. Sonsuz bir hisler bozkırının ortasında terk edilmiş gibiydim.

Kılıç bir kez daha kalktı ve indi. Bu kez sağ kanadım dayanamadı ve bedenimi terk edip toprakta yuvarlandı. Kabile beyi, tam sol kanadımı da yerinden etmek için kılıcı tekrar kaldırmıştı ki habercimizin sesi duyuldu.

“Geliyorlar!” diye bağırıyordu. “Üç güne kalmaz burada olurlar.”

1 Ekim 3024

İnanamıyorum. Tek kanadımla kalakaldım. Efendilerin geldikleri haberi üzerine beyimiz ritüeli yarıda kesti. Onların gelecekleri haber alındıktan sonra kanat kesilemezmiş. Tam bir kahraman olacakken ne olduğu belirsiz bir ucube olarak kaldım.

Dedemin tabiriyle “insan” denilen yaratıklar dönüyorlardı. Bizi yöneten efendilerdi onlar. Doğuştan kanatsız muhteşem varlıklardı.

“Tekkanat!” Artık böyle çağırıyorlar beni. İnsanlar geldiklerinde onların dikkatini çekeceğim. İnsanlar değişik şekilleri pek sevmezler. Belki tek kanadımı da onlar alıp beni bir savaşçı yapacaklar. Ya da öldürecekler beni. Kuzeydeki çukurda sakladıkları cesetlerin arasına atacaklar belki.

2 Ekim 3024

Çok üzgünüm bugün. Tek kanadımla kalışımı içime sindirdim. Sinirli oluşumun sebebi bu değil. Kılıcıma veda etmek zorundayım. Korkunç bir şaka bu. Gerçek olamaz.

Dedem söyledi. “O kılıcı göm.” dedi. Onlar görmemeliymiş. Sevmezlermiş.

“İyi de onlar savaşçı.” dedim. “Belki beni de ordularına kabul ederler.”
“Saçmalama, sen hizmetkarsın.” dedi. “Kılıcı göm, o bir şeyler karalayıp durduğu şeyi de göm. Başımızı belaya sokma.”

3 Ekim 3024

Bugün öğle üzeri efendiler gelecek. Onlar kılıçlı kanatlıları sevmiyorlar. Yazı yazan kanatlıları da sevmiyorlar.

Gelecekler. Yiyeceklerimizden vereceğiz onlara. Evlerimizi paylaşacağız. Ama onlar kılıçları ve defterleri sevmeyecekler.

Onları sevmiyorum. Dedem haklı. Benim kanımda bozukluk var. Belki de siyah kanatlı isyancılara katılmalıyım. Ancak oraya yaraşırım.

Kılıcımı ve günlüğümü gömecekken anlıyorum. Bir anda güneş daha parlak oluyor. Toprak kılıcım gibi parlıyor. Şimdi anlıyorum.

Hemen bir ateş yakıyorum. Kanadımı yakmalıyım. Soysuzun biri olduğumu kabul etmenin zamanı geldi.

Kesinlikle! Elbette yapmalıyım. Kanatlarımı karartmalıyım.

Bağırarak ateşi kanadıma vuruyorum ve tüyler alev alıyor. Toprağın üzerine ateş parçacıkları düşüyor. Sonunda ben “kendim” oluyorum. Kanatlarım yandıkça kendimi buluyorum. Sonra toprağın üzerinde debelenip ateşin sönmesini sağlıyorum.

Geriye kalan şey kararmış bir kanat. Geriye kalan şey tüm çıplaklığıyla benim işte. Varlığımı hissedebildiğim an geldi.

Şimdi yapmam gereken kanadı bozukların yanına varmak. Kılıcımı ve günlüğümü yanıma alabilirim. Orada efendiler yok. Orada yalnızca benim gibi soysuzlar var.

İşte böylece çıkıyorum yola. Yoldaş olarak kılıcımı, günlüğümü ve kararmış kanadımı alıyorum yanıma.

Mümin Can

Mümin Can 89’un Mayıs’ında Kahramanmaraş’ın bir köyünde dünyaya geldi. Aslen Karamanlı olup şu günlerde eğitim uğruna Ankara’da takılmakta ve Kimya Mühendisliği bölümünü bitirmeye çabalamaktadır. Öyküler, şiirler yazmaya uğraşır, rock’n roll dinler, film izler, futbolla alâkadardır. Değişik coğrafyalardan bahseden, insanı hayal gücünün rıhtımından alıp düşlerin fırtınalı denizinde maceradan maceraya koşturan kitapları sever, sayar.

Bir Kanatlının Günlüğü” için 5 Yorum Var

  1. Öncelikle seçkimize hoş geldiniz. Yeni yazarlar görmek her zaman sevindirici olmuştur benim için.

    Hikayeniz, ortaya çıkardığınız evren, kanatlılar ve siyah kanatlılar vs. gerçekten güzel bir konsept oluşturmuş. Günlük şeklinde yazılması (yazı yazmanın yasak olduğunu da düşünürsek) da okurken ayrı bir renk katmış işin içine.

    Hikayenin sonunu daha farklı beklemiştim aslında. Efendilere arşı bir isyan başlatması, halkını esaretten kurtarması gibi bir şeyler… Kim bilir, belki de siyak kanatlılara katılması buna bir ön ayak olur.

    Katıldığınız ve bu güzel hikayenizi bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.

  2. Şu kanatları görünce dün bitirmiş olduğum bir kitabın konusu geldi hemen gözlerimin önüne. Pek tabii bununla herhangi bir alakası olmasa da sadece orada da kanatlarla ilgili bir şey olduğundan, üst üste iyi denk geldi.

    Ama konunun çok hoşuma gittiğini baştan belirteyim. Özellikle başlığın öyküye uyumu daha da keyif verici. Kanatlıların insanları neredeyse birer ilah olarak görmeleri, onların bize özendiğini okuyunca şöyle bir gülümsemeden edemedim. Çünkü belki de şu an bir çok insanın istemiş olduğu kanatlarım olsa da uçsam duygusunun zıttını yaşatmış oldun bu hikaye ile.

    Son konusunda bende mit gibi düşündüm. Yani efendilerin gelmesi ile birlikte gidişatın daha farklı bir hâl alacağı ve o şekilde ilerleyip gideceği konusunda. Ama böyle şaşırtıcı bir son ile beklenmeyenin tadını almış olduk. Ayrıca bunun devamı olacak gibi gözüküyor, bakalım…

    Ellerine sağlık!

  3. Öykünün konusu çok güzel. Günlük olarak yazılmış olması da yarıca hoşuma gitti. “Kanatlı”larla ilgili, benim de okuduğum bir kitap vardı. “Gece Kanatları” diye.. Ama ikisi arasında oldukça fark gördüğüm için çalıntı falan filan asla demem, zira esinlenmeler benim de sıkça başvurduğum bir şey… Oldukça kısa oluşu ve sonun pek vurucu olmaması da kötü demeyeceğim ama beklentilerimi karşılamadı açıkçası. Devamını yazarsanız ilgiyle takip ederim… =)

  4. İlginç olmuş ve çok beğendim.Sonu konusuna gelince diğer arkadaşlar gbi daha farklı bir şey bekliyordum.Oldukça şaşırtıcı bir sondu.Tebrikler.kalemine,ellerine sağlık!

Adil Öztürk ( FreshBlood ) için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *