Öykü

Kasabanın Ozanı

Ozan, krem kırmızı kasabaya uzaktan bakan bir tepeden sazına vurup bir ezgi çıkardı. Ezgide, cayır cayır yanan insanlar ve kömür közü, gri, yanan damlar gibi inleyen acı nameler vardı. Ozan, çürükler içindeki çenesi, yanık ve yaralı bereli bacağını kıpırdatamıyordu. Yaslandığı meşenin dibine kadar gelen ölümü hissetti ensesinde.  Ozan gözü yaşlı, kül olmuş kasabasına baktı, son kez. Kapkara kıyafetlerin içinde, yüzünde beyaz bir maske olan bir adam, adam boyu bir kılıcı, ozanın boynuna savurdu…

* * *

Kasaba, güneşin en tepede olduğu saatlerde çok kalabalık oluyordu. Kasabanın merkezinde herkesin uğradığı ve alışveriş yaptığı bir pazar olurdu. Çeşit çeşit sebze ve meyveler bulunurdu. Hayvanları olanlar ise burada zengin kasabalılara koyun, kuzu ve keçi satıyordu. Bu pazarın en bilinen özelliklerinden birisi de doğu ucunda sazı ile şarkılar çalan Ozan Verth ve onun yakınlarında kasabalıların portlerini çizen Ressam Boyta idi. Pazarın göz bebekleriydiler. İki gün süren pazarda tüm hafta için ihtiyaçları olan yiyeceği, barınağı ve içkiyi alabilecek hasılatı kazanabiliyorlardı.

Pazarın batı ucunda ise çığırtkan olurdu. Çevre şehir ve kasabalardan gelen haberleri ve tapınaklardan gelen duyuruları yapardı.

Güneş yavaş yavaş mesaisini bitirdi, Boyta da bir portreyi tamamladıktan sonra seyyar tezgâhını topladı. O sırada on kadar kasabalı ozanın etrafındaydı. Çok geçmeden o da sazıyla selam verip dinleyenlerini dağıttı.

‘’Bugün Vuttituta’nın Meyhanesi’nde içelim mi? Yeni bir karışım yapmış, mutlaka denemelisin!’’ dedi ressam.

‘’Olur ama orası pazarın diğer tarafında. Yine o uğursuz çığırtkanın yanından geçmemiz gerekecek,’’ dedi ve devam etti ‘’Ağzından hayırlı bir şey hiçbir zaman çıkmaz.’’

‘’Kulaklarımızı tıkarız, dostum.’’

Dakikalar sonra pazarın batı ucuna vardılar. Kalabalığın birinin etrafında kümeleşmişti. Bu kişi çığırtkandı. Ellerini bir sağ bir sola açarak, arada bir de yukarı aşağıya kaldırıp indirerek ve en önemlisi çığırtarak bir şeyler anlatıyordu.

‘’Ölüm!’’ diye bağırdı ‘’ Ölüm kol geziyor. Günahkârlar! Farkına varın. Kara ölüm kapıda! Artan nüfus, zina, tembellik, kibir, oburluk, israf! Bunlar insanoğlunun sonunu getirecek!’’

‘’Zırva!’’ dedi kalabalıktan birisi.

‘’Saçmalama, Uldo!’’

‘’Dinlemeyin bunu!’’

Uldo devam etti: ‘’Komşu kasabalarda günahkârların başına bir lanet çöküyor! Bizlerin de kapısına gelecek! Tanrılara sığının! Af dileyin! Büyük ölümler var!’’

‘’Hepten çıldırmış bu!’’

‘’Yürüyün gidelim!’’

Kalabalık dağıldı. Meyhane kapısı açıldı. Verth ve Boyta gecenin ilerleyen saatlerine kadar içip eğlendiler. Meyhanede ezgiler söylendi, kadehler kalktı. Duruldular. Sözcükler meyhanede ve evlerin içinde dolandılar. İnsanların kulaklarına sadece Uldo’dan değil. Nereden geldiği bilinmeyen yerlerden ve kimselerden haberler uçtu. Kimsenin uyanık olmadığı saatlerde, ortalarda dolaşan ruhlardan bahsedenler oldu. Cadılar… Bunu ancak Cadılar yapabilir diyenler oldu.

Bulut Tanrı tapınağından keşişler, kasaba meydanında duyurular yaptılar. İnsanlar ölmeye başladılar. Toplu ölümler!

‘’En yakın iki kasabada ve şehir merkezinde binlerce insan, kan kusarak, ateşler içinde, yaratıklaşarak öldüler. Birbirlerini öldürdüler,’’ diye haykırdı, Başkeşiş. Yanında da Uldo haklıydım bakışlarıyla insanların üzerinde gezdi.

İnsanlar evden çıkmamaları ve tüm vakitlerini ibadet ederek geçirmeleri fetva verildi.

Ozan, gerçketen de civar kasabalardan gelen haberleri duymaya başladı. Dindar bir çevre bunun iman ederek ve günahlardan elimizi çekerek atlatacağımıza inanıyorken, bir kısım ise bunu, insanlık düşmanı kadim cadıların yaptığına ve onların bulup yakmakla kurtulacaklarına inanıyordu. Bu sebepten de geceleri, Bulut Tanrı müritleri ellerinde meşalelerle gezmeye başladılar.

Günler birbirini kovaladı. Karanlık günler yavaş yavaş geleceğini kasaba halkına göstermeye başladı. Öncelikle kadınlarda ateşli hastalıklar baş göstermeye başladı. Korku kasabayı her yandan sardı.

Kasabada gözle görülür bir fare artışı oldu. Sokaklarda ölü fareler, yaralı, kolları suratları çürümüş kedi ve köpekler vardı. Çığırtkanlar bunun laneti bir emaresi olduğu bağırdılar insanlara.

Yine bir pazar zamanı, Verth şarkılar söylemek istedi ama insanların korkusu, umutsuzluğu yüzlerinden öyle okunuyordu ki kimse ozanı dinlemek istemiyordu. O da çalmayı bıraktı.

Boyta’dan günlerdir haber alamamıştı. Ressam ateşler içinde yatıyor, kan kusuyordu. Ozan onu görmeye gitti ama kapıyı açtığı anda; kan ter içindeki Boyta öksürüklere karışmış sesiyle kovdu oradan.

Kasabanın içinde artık nefes alamayan Ozan, aç karnına gece gündüz kimseye yaklaşmamaya özen göstererek kasaba dışında kimsenin olmadığı korulukta yaşamaya başladı. Ölümler sürerken kasaba nüfusu neredeyse yarıya inmişti. İnsanlar birbirlerinden şüphe etmeye ve artık hasta olduklarından şüphelendikleri kişileri, kendi elleriyle öldürmeye başladılar.

Pazar meydanı, eskiden insanların Boyta’ya portrelerini çizdirip, Ozan’ın neşeli şarkılarının dinlendikleri bir yerken, şimdi hasta infaz ve cadı yakım alanına dönmüştü. Meydanda, günde onlarca insanın başı kesiliyor, kimsesiz kadınlarsa cadı diye yakılıyordu. Daha da kötüsü; insanlar bunu kanıksamaya başlamıştı ve daha fazla günahkâra ölüm tezahüratları yapıyorlardı.

Uldo’nun dediği gibi ‘Ölüm kol geziyordu.’

Bir gece koruluğun içinde sesler duydu. Ağaçlığın içinde bir grup adam ortalarına kahverengi giyinmiş bir adamı almış konuşuyordu. Ozan yaklaştı. Karanlığın içinde mümkün olduğunca kendini gizleyerek ilerdi. Sesleri duyacak kadar bir noktaya vardıktan sonra yere yattı. Solgun gökyüzünü seyredip kulak kesildi.

‘’Bana güvenin, lordum. İşler istediğiniz gibi ilerliyor,’’ dedi kahverengi giymiş adam. Sesi bir yerden tanıdık geldi.

‘’Bu hizmetlerinin karşılığını alacaksın.’’

Ozan iki çalı arasından bakmaya çalıştı. Adamlar siyahlara bürünmüş ve kılıç taşıyorlardı.

‘’Tanrı’nın yolundan sapanlar cezalarını alacaklar. Tapınağımızın büyükleri ve Yüce Seçilmiş’in emri bu. Bu ölümler insanlara gereken dersi verecek ve yeniden imanın yolunu seçecekler!’’

‘’Elbette, efendim. Doğru yolu bulacaklar!’’

‘’Aferin, Uldo!’’

Uldo mu, diye düşündü Verth. Şok oldu. Pazar meydanında insanlara bağıra çığıra uyarılarda bulunan adam…

Kan beynine sıçradı. Ozan olduğu yerde kanlı terler boşalttı.

‘’Şu saz çalan adam ile ressamı pazarda infaz edin. Böyle şeylerin karanlık güçlerin işi olduğunu, cadıların bu yollarla bizleri efsunladığını ilan edin!’’ dedi karalar içindeki adam.

‘’Efendim, ressam zaten öldü.’’

‘’Ozan?’’

‘’Kasabada gören duyan yok.’’

‘’Ne yap et, bul onu!’’ diye kükredi. Diğerlerine döndü: ‘’Siz de planı uygulayın, yarın bu kasabayla olan işimizi bitireceğiz.’’

Üç karalı adam ve Uldo oradan ayrıldılar. Diğer tarafa yönelen karalı adamlar ve liderleri koruluğun içinde dağıldılar. Verth de onların ardından ayaklanıp, Uldo ve diğer adamların peşine düştü. Karanlıktan, ağaçların ve çalıların arasından görünmemeye dikkat ederek takip etti onları. Kasabanın dışındaki, kasaba halkının su kaynağı olan derenin kasabaya yöneldiği noktaya geldiler. Kemerlerinden çıkardıkları büyülü bir sıvıyı dereye döktüler. Verth, hemen bir şeyler yapması gerektiğini anladı.

Karalı adamlardan birisi, şişesini boşalttıktan sonra bir diğeri de su başına geldi. Ozan, neredeyse hayatında hiç kullanmadığı kamasına elini attı. Diğerleri suya zehir dökerken gözcülük yapan karalı adamın arkasına kadar fark edilmeden gelmeyi başardı. Ağzını kapayıp kamayı boğazına sapladı. Düşen adamın koca kılıcını alıp bir diğerini arkadan deşti. Koca kılıcı deştiği adamdan çıkardı. Uldo ve sona kalan adam ozanı fark ettiler. Adam, daha elini kılıcına atamadan Verth şaşılacak bir çeviklikle, karalı adamın kafasını kesti. Uldo, eline tutuşturulan zehri ozanın suratına boca etti ve iki adım geri attı. Nefesi kesilen ozan, sendelese de karşısında duran yalancı keşişin kalbine koca kılıcı sapladı.

Ozan kasabanın içinde koşmaya başladı. Koruda gördüğünden katbekat daha fazla karalı adam vardı orada. Evleri ateşe verdiler. Sokaklar ölü fareler ve insanlardan geçilmiyordu. Can pazarı vardı kasabada. Kan kusanlar, yananlar ve çektikleri acıya dayanamayıp çatı ve pencerelerden atlayanlar vardı. Verth, gördüğü karalı adamları teker teker kesti. Ancak her geçen dakikada kendinden bir şeylerin tükendiğini hissediyordu. Elini çenesine attı. Çenesi çürüyordu. Sol bacağını ise ölmek üzere olan koca bir köpek ısırmıştı ve o hayvan da hastaydı. Ölecekti. Ama ölmeden ona bunu yapanlardan öldürebildiği kadarını öldürecekti.

Kasabanın üstüne gri dumanlar çöktü. Sokaklar kan kırmızı oldu. Ozan, belki de bir düzine karalı adam öldürmüştü. Ancak artık gücü tükenmişti. Olanlara inanamıyordu.

Şu anda pazar yerindeydi. Her pazar zamanı insanlara şarkı söylediği yerde. Kılıcı elinden atıp sazını aldı sırtından. Söyleyemiyordu. Çenesi çürümüştü.

Kasabadan çıktı. Bazı yalnız akşamlarında şarap içip şarkılar söylediği meşeye gitti. Sırtını meşeye verdi. Ölümün gelip aldığı dostlarının çığırışları, yerlere kapaklanıp can çekişleri gözündeydi. Ölmeden onlar için bir ezgi çaldı acı acı…

Meşenin ardından beyaz maskeli bir adam çıktı. Bu ozan için ‘Ölüm’ demekti. Karalı adam ozana baktı:

‘’Anlaman gerek,’’ dedi kısık bir sesle ‘’Bazı şeylerim var olması için bazılarının yok olması gerekir, ozan!’’

Ozan konuşmaya çalıştı.

‘’Ceh… hen… nemde yanakcaksı…’’

Karalı kılıcını savurdu.

Güneş yavaşça kasabayı aydınlatmaya başladı ama artık ne ozanın şarkıları vardı, ne de onu dinleyecekler kimse kaldı pazar yerinde…

-SON-

Erdoğan Küçükçelik

1987'de İstanbul'da doğdum. Küçükken harçlıklarımı çocuk dergilerine ve çizgi romanlara yatırdım. Okumak benim için hayal dünyalarına dalıp gerçek dünyanın sıkıcılığından kurtulmak demekti. Sonra, elektriğin kesik olduğu bir gece, Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı, tüplü ışığın ve soba alevinin aydınlattığı bir odada okumamla fantastik dünyalara elimi kaptırdım ve bir daha kurtulamadım (istemedim de). Hâlâ çevrem bu yaşta böyle şeyler okunur mu? diye sordukça üzülüyorum ama kendim için değil fantastik okumaktan mahrum kalanlar için...

Kasabanın Ozanı” için 18 Yorum Var

  1. Güzel bir öykü olmuş emeğinize sağlık, fantastik edebiyata karşı kapalı bir okur olarak bu öyküler benim için bir nebze Fantastiğe Giriş sayılır. Başka öykülerde görüşmek dileğiyle.

    1. Teşekkür ederim Gece Saçlı,
      Fantastik okur saflarına bir kişi daha katabiliyorsak ne mutlu bize! Güzel yorumun için teşekkürler. daha güzel öykülerde görüşmek üzere ?

  2. Merhaba,
    Öyküde çok fazla yazım yanlışı var, yazdıktan sonra kaç kez okudunuz bilmiyorum ama son okumaların sayısını çoğaltın fikrimce. Akıcılık biraz sekteye uğramış bu sebeple ve bir de cümleler tabii. Ukalalık etmek istemem ama şöyle bir şey sezdim öykünüzde. Aklınıza geldiği gibi yazıyorsunuz cümleyi. Hani kulak için yazılmış gibi. Halbuki biz öyküyü dinlemiyoruz, okuyoruz. Çoğu cümlenin akıcılık, duruluk ve estetik algı açısından düzeltiye ihtiyacı var gibi.
    “Sözcükler meyhanede ve evlerin içinde dolandılar. ” Bu gibi öznenin canlı olmadığı durumlarda yüklem tekil olmalı.
    “İnsanların kulaklarına sadece Uldo’dan değil. Nereden geldiği bilinmeyen yerlerden ve kimselerden haberler uçtu.” Değilden sonra nokta kullanımı yanlış olmuş, sanırım gözden kaçmış.
    “Ezgide, cayır cayır yanan insanlar ve kömür közü, gri, yanan damlar gibi inleyen acı nameler vardı. ” nağme olmalı. Name mektup anlamında zira.
    Fazla irdeledim belki ama yazma heveslisi gördüğümde -ben de öyleyim- faydam olabilecekse yardımcı olmayı gerekli buluyorum. Umarım yanlış anlaşılmam.
    Kaleminize sağlık.

    1. Merhaba Öznur Hanım,
      okuyup düşüncelerinizi ilettiğiniz için teşekkür ederim. Eleştirileriniz mutlu etti. Hepsinde de haklısınız. Ben klavyede tuşa ilk bastığım andan itibaren kendime şunu diyorum: Yazmanın mazereti olmaz. Yazmak ciddi bir iştir.
      Ancak bu haklı eleştiriye dürüst cevabım; bu öykünün birkaç saatte yazıldığı ve geri okumasının hiç yapılmadığıdır. Hayalimde canlanan hikaye son güne kadar klavyeme ulaşamadı.
      Diğer eleştiriniz sayesinde şimdi farkına vardım, ben cidden kulağa yönelik yazıyormuşum. Dikkat edeceğim artık. Daha iyi öykülerde görüşmek üzere!

  3. Merhabalar Erdoğan Bey,

    Öykünüz genel hatlarıyla çok hoşuma gitti, başlangıçtan sonra dek bir nefeste okudum. Ozbabur’un değindiği yerleri tekrar etmeye gerek duymuyorum, lâkin belirli yerlerde karşıma çıkan birtakım aksaklıkları olmasa daha iyi olurmuş. Tabi aceleye gelmiş olabilir öykü veya bütünüyle gözünüzden kaçmıştır, son derece olağan şeyler, içerik açısından hoş bir öyküydü.

    Haddimi aşmayarak bir tavsiyede bulunmak istiyorum bir de:

    “Kalabalık dağıldı. Meyhane kapısı açıldı. Verth ve Boyta gecenin ilerleyen saatlerine kadar içip eğlendiler. Meyhanede ezgiler söylendi, kadehler kalktı. Duruldular. Sözcükler meyhanede ve evlerin içinde dolandılar. İnsanların kulaklarına sadece Uldo’dan değil. Nereden geldiği bilinmeyen yerlerden ve kimselerden haberler uçtu. Kimsenin uyanık olmadığı saatlerde, ortalarda dolaşan ruhlardan bahsedenler oldu. Cadılar… Bunu ancak Cadılar yapabilir diyenler oldu.”

    Belki kasıtlı yaptınız kafanızda tasarladığınız bir etkiyi yaratması amacıyla fakat bence noktaların yerine virgüllerin öyküye müdahil olması, anlattığınız hikâyeyi daha akışkan kılacaktır. Haddim olmayarak ve anlayışınıza sığınarak kendimce bir örnek yazıyorum:

    “Kalabalık dağılırken meyhanenin kapısı açıldı, Verth ve Boyta’ysa gecenin ilerleyen saatlerine kadar içip eğlendiler, şarkılar söylediler, kadehlerini tokuşturdular…” gibi. Tekrardan diyorum, haddim olmayarak fikrimi belirtmek istedim ki hâli hazırda güçlü olan anlatımınızı daha da güçlendirecektir bu bana göre. Buna benzer birkaç örnek daha gördüğüm için öykünüzde, söylemek ihtiyacı hissettim.

    Bir dahaki öykünüzü okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Kendinize dikkat edin, görüşmek üzere ^^

    1. Merhaba İhsan,
      Okuduğun ve beğendiğin, eleştirip örnekler verip kalemime katkı sağlamaya çalıştığın için teşekkür ederim. Yazım hatalarını ve metin içi aksaklıkları Özbabur’a yanıtladım. Senin değindiğin noktalarda ise evet, okuyucuyu bazen sık gelen noktalarla yavaşlatmayı deniyorum. Bazen su gibi akan bazen ise içinden çıkılmaz cümleler kurmak hoşuma gidiyor. Ancak geri okuma yapamadığım ve imla düzeltmesi yapmayınca böyle oluyor 🙂 Okumaya ve yoruma ayırdığın vakit ve yardımların için teşekkürler tekrar. Daha iyilerinde görüşmek üzere!

  4. Öncelikle iyi günler, öykünüz gayet akıcıydı bu yüzden sıkılmadan okudum. Diğer kişilere yaptığım yorumlardan eğer fark ettiyseniz ben öyle imla ve yazım hatalarına takılmıyorum (daha doğrusu benimde pek imla bilgim olmadığı için takılamıyorum dersem yeridir 🙂 ) ama öykü kurgusunda bir kaç sıkıntı gözüme ilişti; öncelikle öyküdeki olaylar çok hızlı geçiyordu (bir önceki öykünüze nazaran daha iyiydi hız konusunda ama biraz daha yavaşlatılabilirdi) bunun sebebi sanırım bir kaç saat içinde yazmanız öyküyü. Bana soracak olursanız öykünüzü uzun uzun ve detaylı yazmanız durumunda çok iyi öyküler çıkarırsınız ortaya. Bir başka kafama takılan taraf adamın çok hızlı çürümeye başlaması, sanırım veba bu kadar hızlı çürütmüyordur bir insanı ama bunu öykünün hızına veriyorum. Sonra girişte verdiğiniz final sahnesi ile öykü sonunda ki final sahnesi pek uyumlu değildi bana göre çünkü girişteki sahnede karalı adam kahramanımızın karşısına dikiliyor, kahramanımız son kez kasabasına bakıyor ve sonrası karanlık ama öykü sonunda ki sahne de kahramanımızın konuşması aklımda iki farklı final sahnesi canlanmasına sebep oldu, en azından kahramanımız karalı adamın konuşmasına karşılık vermeyip kasabasına bakarken can verse girişte ki final ile çok daha iyi uyuşurdu diye düşünüyorum. Bunların haricinde öykünün atmosferi çok hoştu, dediğim gibi öykülerinize daha uzun süreler ayırabilirseniz çok daha güzel öyküler çıkarırsınız ortaya. Kaleminize sağlık gelecek seçkide görüşmek dileğiyle…

    1. Merhaba Muhammed,
      Eleştirin ve beğenin için teşekkür ederim. Zaman probleminden imla hataları oluyor tabi. Ama azaltmak gerek.
      Hızlı geçişleri genelde kasıtlı yapıyorum. E- okuma yaptığımızdan okuyan sıkılsn istemiyorum.
      Çürüme konusunda Uldo Verth’in yüzüne bir şişe boca ediyor, yani yüzlercesini öldürmeye yetecek kadarını bu sebepten çürüme hızlı oldu.
      Sonunda ise ben bir anime fanı olduğumdan anlatı değiştirme yöntemi uyguladım. Aslında başta da aralarında konuşma geçti ama yazmadım daha doğrusu.
      Vakit ayırıp okuduğun ve daha iyilerini yapabileceğime yönelik motivasyonun için teşekkür ederim. Görüşmek üzere.

  5. Merhabalar. Yazımı her ne kadar öyle olmasa da hikaye gayet güzeldi. Ama son gün yazdığınızı söylemişsiniz. Ben de bir gariplik olduğunu fark etmiştim zaten. O yüzden sizi, nasıl yazdığınızı az çok bildiğim için o konulara girmeye lüzum görmüyorum. Ayriyeten hikaye gerçekten güzeldi ve birkaç gününüzün daha olmasını, daha etkili bir dilden yazılmasını dilerdim. Sağlık olsun. Gelecek seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum.

  6. Merhaba Osman,
    Zaman ayırıp okuduğun için teşekkür ederim. Yoğun bir ay geçirdim bu güzel hikaye taslağı uzun süre zihnimde dolandı. Veba temam heba olmasın diye son gün uğraşıp yazdım.
    Bir sonraki temamız şimdiden heyecan veriyor. 100. Ay özel olacak gibi. Görüşmek üzere, ama daha iyilerinde ?

  7. Erdoğan merhaba.

    İmla ve yazım yanlışları hususlarında yukarıda yorum yapan arkadaşlara katılıyorum, ki sen de nedenini dile getirmişsin. Bu sebeple bu kısımda lafı uzatmaya gerek yok. Öyküye gelince, beğendim. Öykü birkaç düzenleme ile (paragraflar arası geçiş ve cümlelerin zenginleştirilmesi) anlatımını kuvvetlendirir ve daha sağlam bir öykü haline gelir. Kurgu güzeldi ama kurgunun da biraz daha kargaşaya ihtiyacı var gibi geldi. Diğer iki öykünden biliyorum, yapabiliyorsun 🙂 Bu ay da böyle olsun diyelim.

    Gelecek seçkilerde görüşmek üzere.

  8. Ufak tefek eksiklikler olsa da yine de güzel bir iş çıkarmışsınız. Bundan daha iyilerini de yazacağınıza inanıyorum, kaleminize sağlık ?✍

    1. Merhaba Samet,
      Yine yorumunu eksik etmemişsin. Eksiklikler biraz aceleye gelmesinden oldu. Bir sonraki ay çok daha iyi olacak.
      Esenlikle kal. Görüşmek üzere 🙂

  9. Merhaba Cem,
    Yazım yanlışlarım yüzüme vuruldu(haklı olarak) ama kurgu ve hikaye beğenildi bu sebepten mutluyum. Kargaşa konusunda ayın onbeşinde son saatlere kalmasaydım, Verth’in karalılarla savaşı daha kargaşalı ve fantastik olacaktı ancak yetişmedi. Dediğiniz gibi sağlık olsun. Okuduğun ve yorum yaptığın için teşekkür ederim. Bu ay yazmamışsın, 100. Ayda bir Cem Pala öyküsü bekliyoruz. Daha iyilerinde görüşmek üzere ?

  10. Merhaba Erdoğan.
    Yukarıdaki yapılan yorumları es geçip, takıldığım noktaya geleyim. Önceki iki öyküne nazaran bu öykün bence yavan kalmış. Aceleye gelmesine bağlıyorum 🙂
    Bundan daha iyilerini yazdığını bildiğimden, beklediğimi bulamadım diyebilirim. Güzel yazıyorsun. Ziyan etme bunu 🙂 Kalemine kuvvet.
    Görüşmek üzere 🙂

    1. Merhaba Umut,
      Bu ay da Seçki’de yer alayım isteğiyle öyküm yavan oldu. Aslında sadece bir günüm daha olsa tavlayacaktım zaman ayırıp okuyanları çünkü az daha aksiyonla güzel olurdu inancındayım. Okuyup eleştirdiğin için teşekkür ederim.
      100.Ay’da görüşmek üzere ?

  11. Merhaba,
    İlgimi en çok çeken nokta hastalar yardım etmek yerine onların yaşamına son vermeleriydi. Güzel bir konu yakalamışsın. İleride de buna benzer ironiler sunabilirsen ilgiyle karşılanacağını düşünüyorum.
    ELine sağlık.

  12. Merhaba Deniz,
    Amacım insanları hasta edip öldürmeleri vurgusunu yapmaktı ve bunu ilahi güçlerin sebep olduğu yalanı ile örtmelerini göstermekti. Bunu başardıysam sevindim. Yorumun için teşekkür ederim.
    Daha iyi öykülerde tekrar görüşmek dileğiyle.

Samo için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *