Karanlık çökünce, bazı kenar mahalle parklarında çocuk seslerinin yerini, kimsesiz, kimliksiz ya da yok sayılan insanların küfürleri alır. Son kuruşlarını saydıkları biralarının köpükleri ağızlarında dağılırken, sövdükleri geçmiş zaman insanlarıdır. Yanı başlarından geçerken, pek az kişi, onlara bakmaya cesaret eder. Sanki bakışları buluştuğunda, boyunları bıçakla incecik oyulacak ya da bacakları zorla aralanacak gibi hissederler. Kimisi haklıdır. Delik ceplerini yalnızlıkla dolduran bu adamların bazıları azılıdır. Ama kimisi haksızdır. Kaybettikleri çocukluklarını, sessiz parkın köşelerinde kovalayanlar da vardır.
Ve karanlık dinince, boş bira kutularının yanında, birkaç karga ve sokak köpekleri parktaki görevi devralır. Yine de bazı parklar, bugün ki gibi, cesetlerle uyanır…
* * *
“Üç ceset…” dedi saçları yüzünü gölgeleyen, göğüslerini silikleştirmek için kamburunu büyüten kadın polis. Not defterini çıkarıp, terli alnına üfledi. Saçı bir tutam havalanıp geri düşerken, aynı huzursuzlukla konuşmaya devam etti. “Saçları birbirine dolanan üç kadının cesedi. Bize bir şey söyler gibi… Bir şeylerin kıyısında gezinir gibi.”
Tütünü sarı dişlerinde geveleyen, iri yarı erkek polis, son dumanı dudak aralığından bırakıp homurdandı. “Üç ceset sadece! Katil dediklerimiz, ölüm mastürbasyonu yapan bu insanlar,bu ülkede daha fazlasını yapamıyor! Öylesine, bize aslında gerçekten bir şey anlatmadan öldürüyorlar!” İzmariti toprak zemine atıp, ayakkabısının ucuyla iyice derine gömdü. “Söylesene. Doktorun ilk bulgusu ne?”
Kadın polis, defterin sayfalarında hızla göz gezdirdi. Biraz önce dinlediği doktorun sözlerini amirine iletirken, eksik bir nokta bırakmak istemiyordu. İşine olan saygısının yanı sıra, olası bir azarı engelleme isteğinin aynasıydı bu. Nihayet aradığı cümleleri bulunca, not defterinin rüzgârda uçuşan sayfalarının ardında kalan, üzerleri örtülü cesetlere kaçamak bir bakış gönderdi. Onlar birer buğuya dönüşürken, yeniden kalem izlerine gömüldü.
“Hepsinin boynu kırılmış. İlk bulgu bu. Ama bundan önce ölüler miydi, yoksa ölüm sebepleri bu mu, otopsiden sonra anlayacağız.”
Amir, defteri çekip aldı. Daha fazlasının orada olduğuna ve bu acemi polisin onları gözünden kaçırdığına neredeyse emindi.
“Tam bir psikolojik şiddet!” diye düşündü kadın polis. “Tam bir hegemonya!”
Amir, gözleriyle sayfalarda gezinip, hiçbir şey bulamamın yenikliği ile geri uzatırken, telsizin sesi çınladı.
“Olay mahallinin yakınında… cızzzzz… Muhtemelen terk edilmiş bir araç… cızzzz… Kapıları açık… Amirim duyuyor musunuz?”
Telsizi kemerindeki yuvadan kurtarıp, kalın parmaklarının arasına aldı. “Evet… Başka?”
“Bir ceset daha amirim. Burada bir ceset daha var…”
* * *
Televizyonun sesi odanın içine dolarken, iniltiler birbirine karışıyordu.
“Bilimsel olarak, katillerin beyin loblarının, diğer çoğu insandan farklı olduğu gözlenmiştir. Ancak bu, yani bu doğumsal farklılık bir insanın katil olmasına yetmez. Aynı beyin aktivitelerine sahip olup, kimseye zarar vermemiş insanlar da vardır. Bunu da henüz kanıtlayamamış olmamıza rağmen, mental olarak şu şekilde açıklayabiliriz; beyin lobları böyle olan insanlar için zorlu çocukluk ve yetişkinlik dönemleri tetikleyicidir.”
“Siktiğimin katilleri!” İçine girip çıktığı kadının bedenini televizyon ünitesine yüzüstü çevirdi. Sesi biraz daha açıp, inlemeye devam etti.
Kadın, tırnaklarını ahşap zemine geçirip, “Bu nasıl manyak bir fantezi,” diye mırıldandı. “Bunları dinlemek sende nasıl bir haz uyandırıyor ki!”
Kadının saçlarını parmaklarının arasına sıkıca doladı.Acıdan rengi kırmızıya çalan boynunu kendine doğru çevirdi. Adamın zevkten şehlalaşmış gözleri, kadının acı ifadesiyle buluştu. “Sana ne! Sus ve önüne dön! Sana ne!”
Adam kendinden geçerken, televizyonun sesi odaya dolmaya devam etti.
“Beyinleri bu loba sahip olan insanları henüz çocukken saptayıp, onların yetiştirilmesine özen göstermek, muhtemel bir katliamın önüne geçebilir. Her insan, iyileştirilebilir…”
İçinden inleyerek çıkarken, kadının bedenini savurup yere fırlattı ve içini doldurduğu prezervatifi, onun suratına attı. “Şimdi siktir git! Ben seni çağırdığımda gelirsin.”
Kadın, omuzlarına kadar çıkan kırmızı elbisesinin eteklerini indirdi. Ayağa kalkıp, yerde duran iç çamaşırına uzandı. Yüzündeki sperm izlerini çamaşırıyla silip, aynı yere bıraktı. “Beni bir daha çağırma. Senin manyaklıkların bana bile fazla.”
Adam, çantasından piposunu çıkardı.Pipoyu dudaklarına götürüp, çırılçıplak bedenini sandalyeye bıraktı. Bacak bacak üstüne atıp, dirseklerini dizlerine dayadı. “Dünyanın en iyi otellerinden birinde…” Başını çevirip, dışarıdaki manzaraya baktı. Gökdelenin en üst katında, durmadan dönen kral dairesindelerdi. “Bu uçan dairede… Benimle geçireceğin bir saat için bin dolar alıyorsun. Bundan mı vazgeçeceksin?”
Kadın başını iki yana çevirdi. Binanın yetmiş altıncı katının soğuk manzarası tüylerinde gezindi. Televizyondaki ses yeniden kulağına değdi. “Bir katille yaşadığınızı, o öldürmeye başlamadan anlayamazsınız. Çünkü hemen hemen hepsi, aynı sizin gibi, sıradan, normal gözüken insanlardır.”
Başıyla televizyonu gösterip, “Hayır,” dedi, “bundan vazgeçeceğim.”
Titreyen parmaklarının arasına aldığı çantasını yerde sürüyerek, ayağından hiç çıkarmadığı topuklu ayakkabılarının üzerinde denge kurmaya çabaladı ve odanın kapısına doğru, halıdan zemini adımladı. Metal kapı kulpuna uzandığında, televizyonun sesini yeniden duydu. “Öldürmeye başladıklarında, artık duramazlar…”
Kapının üzerine düşen gölgeyi gördüğünde, bedeninin zıngırdadığını hissetti. Adamın soğuk elleri boynuna dolandığında, ölümün sesini duydu. “Artık durdurulamazlar…”
* * *
Beyaz panonun önünde, boyunları kırılan ve saçları birbirine dolanan cesetleri inceliyorlardı.
“Üçün biri,” dedi Amir, “Elimizde olan tek bok bu! Parktaki üç cesede ek olarak, bir de arabadaki. Ortak noktaları hepsinin kadın olması. Biri sarışın, biri kumral, bir diğeri esmer. Arabadaki ise ayrı bir dünya, muhtemel bir fahişe. Ortak bir katilden emin değiliz. Birbirlerini tanıyor olup olmadıklarını bile bilmiyoruz hâlâ!”
“Dolaylı olarak biliyoruz; ama vakfiyemiz yeterli değil,” dedi kadın polis. Başka bir ses onun sesini bastırınca, cümlelerinin cılızlığı ile kalakaldı.
“Aslında hepsinin kadın olması da ortak bir nokta değil.” Konuşan 60 yaşlarındaki otopsi doktoru Murtaza’ydı. “Çünkü hepsi doğuştan kadın değil.”
Mustafa Amir, dilini dişlerinde gezdirip, yumruklarını sıktı. Suni deri kaplı sandalyesinden kalkıp panonun önüne geçti.
“Hangisi değil Doktor Murtaza? Hangisi trans?”
Doktor parktaki cesetlerden birinin resmine yanaşıp, lateks eldivenli elini sarışın kadın resminde gezdirdi.
“Suna Pervasız… Henüz ameliyat olmuş. Göğüslerde destekleyici var. Penis ve testisler alınmış ama henüz tam bir vajina yapılmamış. Ayrıca anüs… Aktif şekilde alıcı.”
“Asıl adı?” dedi kamburunu belirginleştirerek sandalyesine oturan kadın polis. “Onu saptamak için birimlere haber verelim mi?”
Mustafa Amir başını hızla salladı. “Tamam Müge. Bu iş sende.” Sandalyesine geri otururken, sırt kemiklerini hırsla çıtırdattı. “Eskiden DNA, kamera ya da SWAP yokken, cinayet çözmek imkansızdı. Bu yüzden birçok dosya yeniden açıldı. Kimi kurban katilinin fitilini ateşledi, kimisi bilinmezliğin derinliğinde kalakaldı. Ama bugün, şartlar bu kadar olgunken, kimliklerin, cinsiyetlerin yalan söylediği bir dünyanın yolcularıyız. Üstelik ölenlerin yakınları bize güveniyor. Sonsuz bir güven! Yapabileceklerimizin sınırı yok. Etten kemikten olmamız dışında süper adamlar, süper kadınlarız hepimiz. Ama insanız. Boktan, terden, ölü deri ve keratinden ibaretiz. Bu yüzden aynı bizim gibi olan birine karşı, çok çok zeki de olsak, alabildiğine uzağız.”
“Umutsuzluğa yer yok!” dedi Savcı. Kapı girişinden onlara doğrulttuğu bakışları, çakır mavisi gözlerinin hükmünü hışımla önlerine serdi. “Umutsuzluğa yer yok Mustafa! Ne katiller avladık, ne cinayetleri çekip aldık kendi derinliklerinden.Kendine, ekibine, yapılabileceklere güven.”
Yerinden hafifçe doğrulup, yanına gelen Savcı’nın ellerini avuçlarının arasına aldı. “Hoş geldiniz Sayın Savcım. Umutsuzluk değil esasen. Daha bölgeyi çeken mobeselere bakmadan ne umutsuzluğu! Daha cesetlerin üzerindeki izlerin sonuçlarını almadan ne kaygısı! Benimki sadece… Düz bir analiz… Yoksa erimiş şekeri bile yeniden ayırırım suyundan. Şüpheniz olmasın!”
“Ha şöyle,” dedi Savcı. Mavi gözlerini kısıp, görünmez olmaya çalışan kadın polisin üzerinde gezdirdi. “Merhaba Müge. Sendeki güven yüzdesi ne bugün?”
“Savcım…” Kamburunu hafifçe içeri çekip, arkasına yaslandı. Koyu kahverengi gözlerindeki sürmeler parıldadı. “Aslına bakarsanız, cesetlerin şeklinin bize söylediği bir şey olduğunu, bir yeri işaret ettiğini düşünüyorum. Bedenleri sanki bir üçgen oluşturuyor. Saçları sivri birer uç gibi birbirine dolanmış. Boyunlarındaki mavilik, kırılmanın zayıf izi, hepsinde aynı yönde. Ayrıca konumları… Şüphe uyandırıcı… Parkın ortasında ya da tam olarak kenarında değiller. Bir açıdalar. Belli bir açıda. Yörüngeleri bir şeyi söyler gibi. Sanki gizledikleri bir şeyi, şekilleri ile anlatıyorlar.”
“Deli saçması,” dedi Amir, “Peki diğeri, arabadaki kırmızı elbiseli? Onun açısı ne?”
Müge, yeniden kamburunu büyütüp sandalyesine gömüldü. Savcının mavi gözlerinde bir şüphe pırıltısı bıraktığını fark edince hafifçe tebessüm etti. En azından biri, onun ne söylediğini dikkate alacaktı.
“Peki yakınları,” dedi Savcı, “Onlardan haber aldınız mı?”
“Üçünün de ailesine ulaşıldı. Ekipler onları almaya gitti. Teşhis için. Kayıp ilanı ya da sosyal medya hesaplarında intihar çağrısı ya da sızdırıcısı yok… Muhtemelen tesadüfen ve öylesine öldürülen, öylesine bir parka iç edilen kadınlar. Muhtemelen parktaki içicilerin eline düştüler. Öylesine yere yatırıldılar. Belki şekilleri adamların hoşlarına gitti, saçlarını birbirlerine doladılar. Bence açısız, dümdüz, sikik bir nedenden öldürülüp, park mezarlığının betonuna serildiler… ”
Müge, Amir’in sözünü hırsla böldü. “Ancak üçü de sosyal medyadan arkadaş. Bu da öylesine, bomboş bir nedenden birbirlerine dolanmadıklarını anlatıyor. İlişki biçimleri için ise araştırmadayız.”
“İlişki biçimleri?”
“Savcım, aralarından biri trans kadın. Operasyonu henüz geçirmiş. Eğer bize gerçekten anlattıkları bir şey varsa, onun bir rolü olduğunu düşünüyorum.”
“Düşünüyorsun…” Mustafa Amir, başını sertçe salladı. “Toy bir komiser yardımcısına göre çok fazla düşünüyorsun.”
Müge hafifçe tebessüm etti. “Savcım… Katilin bir kadın düşmanı olduğu aşikâr. Kadının herhangi bir türüne tahammül edemediği de… Bence dümeni buraya kıralım. Rotada buna bakalım. Tabi Mustafa Amir’im de benim gibi düşünüyorsa.”
Toplantı odasının gerilimi, hepsinin yüzünden aynaya yansıyordu. Savcı, gerekli ortam oluşmadığında muhtemel bir katilin parmaklarının arasından hızla kayıp gideceğine vakıftı. Aralarındaki bu kaosu kırmazsa, her şey sarpa sarabilir, katil belki avuçlarındaki incecik çizgilerdeki akıntıya karışabilirdi.
Amir dudaklarını araladığında, Savcı ellerini birbirine çarptı. Ona konuşma hakkı vermeyecekti. “Sevişir misiniz, didişir misiniz bilemem! Ama her şey bittiğinde, bana gerçek katili vermezseniz, size sağlam bir uyumsuzluk raporu yazarım bilginiz olsun! Şimdi! Hızlandırın! Görgü tanıkları, Mobese kayıtları, aile görüşmeleri ve laboratuvar raporları. Yarın gün başladığında bunların hepsine dair… En ufak bir bilgilendirmeniz yoksa… Vay halinize…”
* * *
Sorgu odasına giden yolu koridor boyu yürüyen adamın ardında, arpanın kesif kokusu dalgalanıyordu. Boş bakışları etrafı kolaçan ederken, yeşil, iri gözbebeklerinin derinlerinde, korkunun saflığı seziliyordu.
Aslında bu korku hepimiz için ortak değil mi, diye düşündü Müge. Ait olmadığımız bir yere gittiğimizde, bedenimiz istemsiz hareketler savurmaz mıydı? Kollarımız, bacaklarımız, hatta yüzümüzdeki kırk dört kasımız bireysel olarak çalışmaz mıydı?
Tüm bunları biliyor olmanın verdiği empatinle adamı izliyordu. Ama bir yandan, kollarını sıvazlayıp, polis kuşkuculuğuna kendini iyice boyamalıydı.
“Daha ne kadar yürüyeceğim?” dedi, bira kokulu adam. Güvensizliğini, özgüven perdesi ile örtmeye çabaladığı aşikârdı.
Müge , onun kolunu ince parmaklarına dolayıp, kaçamak bir bakışla süzdü. “Ben durana kadar.”
Hakimiyet bende demekti bu. Kolların, ellerimde… Adımların, adımlarımın izlerinde…
Adamın cam rengi gözleri, kadın polisin üzerinde gezindi. Burun deliklerini büyültüp, koridorda kalan tüm oksijeni, sanki hışımla emdi. Genç kadın, onun bakışlarına kendi bakışları ile karşılık verip, sorgu odasının beyaz kapısını gösterdi. “İçeri gir. Birazdan sorguya geleceğim.”
İtaatkâr adımları yüzündeki öfkeyle çelişirken, sorgu odasının duvarı camla kaplı odasına girdi. Tahta masa ve iki tahta iskemleden başka bir şey olmayan bu odadan çıkmak için delice bir istek duymuşçasına ardı sıra baktı. Müge onun çırpınışını görmezden gelerek kapıyı ardından kapattı. Cam duvarın diğer yüzüne geçip, orada bekleyen ekibini başıyla selamladı.
“Maktullerin resimlerini ve sanığın dosyasını alayım.”
Mustafa Amir, kayıt cihazının başında oturan polise, ileride duran dosyayı gösterdi. “Şu dosyayı ver polis hanıma. Çok istediği sorguya başlasın bakalım.”
Müge, ötelenmekten hırpalanmış bedenini yeniden dikleştirdi. “Sizde gelebilirsiniz amirim. Sorguyu birlikte yapabiliriz.”
Suni deri sandalyesinde, ileri geri hareket etti. Sandalyenin yüzeyi cılız bir hışırtı çıkardı. Öneriyi kulak ardı ederek konuşmaya başladı. “Sanık otuz beş yaşında bir evsiz. Daha önce uyuşturucu kullandığı tespit edilmiş; ancak tedavi olmuş. Şu an için böyle bir bulgu yok. Ufak tefek hırsızlık suçlarından sabıkası var. Olay gecesi parkta olduğu…”
Müge dosyayı alırken, onun sözlerini tamamladı. “Parkta olduğu, hatta tüm arkadaşları gittikten saatler sonra; ama gün aymadan oradan ayrıldığı biliniyor. Mobese kameraları parkı görmüyor; bu yüzden cesetlerle bir bağı var mı bilmiyoruz. Şimdi… Aynı bilgilere vakıf olduğumuza göre sorguya geçiyorum. Ekleyecek başka bir şeyiniz yoksa elbette.”
“Yok.” Koltukta kaykılıp, sigarasını cebinden çıkardı. Parmak boğumlarında yuvarlayıp, başını salladı. “Göreyim seni. İtiraf ettirmeden gelme!”
Müge, safran dosyanın üzerindeki isme bakarak, sorgu odasına girdi. Sanık aynı yerde, kapının girişinde onu bekliyordu. Bu genç polisi şaşırtmıştı. Daha önce sabıkası olan biri için, fazlasıyla acemice bir hareketti. Belki de, adamın içindeki korku, onun düşündüğünün aksine, ait olmamışlık değil, ait olduğu yeri bulmuşluktu. Dosyanın üzerindeki isme yeniden bakarak, boğazını hırıltıyla temizledi.
“Mehmet Kaya, lütfen oturun.”
“Hangisine?” dedi adam, “Hangi açıdan daha iyi bir görüntü veririm izleyici arkadaşlara?”
Müge iskemlelerden birini çekip oturdu. Karşısındaki boş yere bakıp, dosyanın kapağını kaldırdı. “Şimdi pek seçeneğiniz kalmadığına göre… Oturabilirsiniz sanırım artık.”
Sanık, iskemleye gelişigüzel oturup, dosyanın aralık sayfasına baktı. “Benim geçmiş filan hep orada. Eee ne diyorsun, nedir dosya durumu?”
Müge belirginleşen kamburunu yok etmeye çabaladı. Eksik özgüveni, karşısındaki adamın cümlelerini büyütüyordu.
“Mehmet Kaya, sizin geçmişinize sizin kadar yetkinliğimizin olması belki can sıkıcı bir durum.” Derin bir nefes aldı. Amiri sorgu odasının hemen dışında onu dinliyordu. Hata payı yoktu. “Ama bu, suç işlemeye başladığınızda bize sunduğunuz altın tepsiden başka bir şey değil. Bu sizin, belki de görünme şekliniz.”
Adamın yüzünde afallayan bir ifade belirdi. Müge, doğru vuruşu yaptığını fark etmişti. Hız kesmeden devam etmeliydi. Herhangi bir açıklık, onu ters köşeye yatırabilirdi. “İki gece önce, çocuk parkında, aslında hiç de size ait olmayan bir yerde içtiniz. Sonra arkadaşlarınız gitti. Ama siz gitmediniz. Neden orada, o kadar zaman kaldınız?”
“Yani… Evde bekleyenin olmayınca… Yani… Beklenecek ev bile olmayınca… Ne yapsaydım? Sikik bir parkın köşesine kıvrılıp, alkolle ateşlenen bedenimin… Sadece bedenimin sıcaklığından başka bir şeye sığınamazken ne yapsaydım?”
“Uyudunuz… Öyle mi?”
“Sızdım… Öyle…”
Dosyanın arka sayfasından maktullerin resmini çıkarıp, sanığın önüne dizdi. “Peki onlar… Onları gördünüz mü?”
Adam, kuru dudaklarını sarı dişlerinin arasına alıp, gözlerini kıstı. “Sence ben onları görsem, öldürür müydüm? Öldürmekten çok daha mantıklı ihtiyaçlarım varken hemde.”
“Sizden gelen bir talebi reddetselerdi ne yapardınız, bunu düşünüyorum ben. Şimdi… Sadece sorumu cevaplayın. Onları gördünüz mü?”
“Cıkss… Keşke görseydim. Şu sarı, fena hatunmuş.”
Müge, testosteron kokan havadan tiksinmeye başlamıştı. “Yeter! Peki sızdığınızı varsayalım. Uyandığınızda bu üç ceset tam orada, parkın içinde bir yerde yatıyorlardı. Görmediniz mi? Seslerini duymadınız mı? Hiçbir şey fark etmediniz mi?”
“Bak açık konuşayım sana. Ben şu sarıyı affetmezdim. Ölü ya da diri. Anladın mı? Ama görmedim, duymadım, hiçbir şey fark etmedim. İçtim, sızdım. Muhtemelen tam olarak ayılamadan oradan ayrıldım.”
“Hiçbir şey hatırlamayacak kadar yani.”
“Evet tam olarak öyle.”
Müge ayağa kalktı. “Hiçbir şey hatırlamamak sizi masum yapmaz. Sadece olası şüpheli yapar. Siz bu kadınları ayık ya da sarhoş, her şekilde fark ederdiniz öyle değil mi? Ölü ya da diri… Affetmezdiniz…” Parmaklarını şaklatıp, camın ardına doğru başını salladı. “Mehmet Kaya, gözaltındasınız. Arkadaşlar size nezarete kadar eşlik edecekler.”
Kapı aralandı ve iki erkek polis içeri girdi. “Ha siktir! Kolay olan bu di mi? Suçu bana yıkıp, kıçlarınızı rahat koltuklarınıza oturtmak! Amına koyduklarım! Ha siktir! Parmak izim var mı üzerlerinde, bedenlerinde izlerim var mı? Aynı parkta uyumak dışında ne yapmışım soktuğumun manyakları!!!”
Polisler, ellerini kelepçelerken, Müge konuşmaya devam etti. “Polise hakaret bile yeter! Bu bile yeter, içeride çürümene. Sana katilsin demedim! Sana şüphelisin dedim!”
Mustafa Amir, sorgu odasına hızla daldı. Sanıkla göz göze geldiler. “Müge,” dedi, bakışlarını adamdan ayırmamıştı. “Kışkırtıyorsun.”
Adam gevşedi, kaskatı bedenini salıp gülümsedi. Müge, şaşkınlıkla amirine baktı. “Ne?”
“Sana itiraf ettir dedim. İtiraf etmemiş bir adamı öngörülerinle gözaltına al demedim.”
“Kendi inisiyatifim…”
“Yok öyle bir inisiyatifin! Ne kanıtın var Allah aşkına!”
“Ama hakaret… Amirim hakaret etti!”
Polis memurlarına döndü. Müge orada değilmiş gibi birkaç adım attı. Genç kadın onun ardında kalmıştı. “Arkadaşlar Mehmet beyi bırakın.” Polisler adamın omuzlarındaki ellerini sakince çektiler. “Ve siz Mehmet Bey, bana nerede kalacağınızı bildirin, söylediğiniz yerden uzaklaşmayın ve şehir dışına çıkmayın. Sizinle yeniden irtibata geçmemiz gerekebilir.”
Adam yanından zafer edası ile geçerken, Müge amirine yıkıntıyla baktı. “Amirim… Bana, bize hakaret etti.”
“Çok erken, çok yanlış bir hamle yaptın Müge. Bunu sonra konuşacağız.”
Sanık kapının yanında durdu, omzunun üzerinden ardına baktı. “Aslında… Sizi sevdim Amir Bey. Belki bilmek istediğiniz bir şey biliyorumdur diye düşünüyorum.”
Amir keyifle gülümsedi. Zafer kazanmış bir kahraman gibi, görünmez rütbeleri omuzlarına dizildi. “Mesela nasıl bir şey Mehmet? Ne biliyor olabilirsin?”
“O gece hayal meyal bir adam hatırlıyorum. Sizin yaşlarınızda biri… Parkın içinde, adımlarını saydığını anımsıyorum. Parkı boydan boya adımladığını… Bir açı, belli bir ölçü yakalamaya çabaladığını. Saçları hafif kır. Bedeni diri. Bu kadar… Ama kadın yok… Herhangi bir kadın yok etrafta. Sonra yeniden dalıyorum.”
“Yazıyorsun!” dedi Müge, “Resmen yeni bir hikâye yaratıyorsun.”
Mehmet hafifçe gülümsedi. “Hoca bana taktı Amir Bey,” dedi. Tebessümü Mustafa’nın gülümsemesi ile karşılandı.
“Başka bir şey hatırlarsan, mutlaka gel. Seni odamda karşılayacağım.”
Adam görülürden kaybolduğunda, Müge hışımla amirine döndü. “Neden yaptınız bunu? Bu nasıl bir ölü sevicilik? Bu nasıl bir mobbing? Bunu bana yapmaya, beni böyle itibarsızlaştırmaya ne hakkınız var?”
“Şöyle diyelim. Seni ipten aldım. Yanlış kararların Savcı’nın gözünde seni nereye koyar bir düşün bakalım? Üstelik bir insana hiç kimseymiş gibi davranamazsın. Bu adam cebi dolu bir adam olsaydı veya bir bilim insanı ya da bir mafya tayfası, hemen nezarete attırabilir miydin? Ellerin böylesi boşken hem de. Hata yaptın Müge. Şimdi onu boş ver, başladığımız yerdeyiz. Ellerimiz hâlâ dolu değil.”
Müge safran dosyanın içine resimleri hırsla doldurup amirine sertçe baktı. “Eğer doğru söylüyorsa, sizin yaşlarınızda bir şüphelimiz var amirim!”
“Kadın düşmanı bir katile karşı, erkek düşmanı bir polis! Ne harika!” Amir ellerini havaya kaldırdı. “Yakaladın beni!”
Oda buz gibi bir havaya büründü. Amirin bakışları soğuk, nefesi sessizdi. Birkaç saniye öylece kaldılar. Mustafa Amir kahkaha attığında, Müge sırtından süzülen soğuk ter damlalarını bel oyuntusunda hissetti.
“Hadi gidip ailelerle görüşelim. Bu boktan odada fazlasıyla kaldık. Ve sen sevgili yardımcım… Direksiyonu artık bana bırak.”
* * *
Amir, vitesi arttırıp, gaza bastı. Müge, kucağına boca ettiği maktullerin resimlerine bakıyordu. “Suna Pervasız…” diye mırıldandı, “Trans olan. Gerçek adı Ali Pervasız. Yani… Gerçek adı yanlış bir terim oldu. Ailesinin koyduğu adı diyelim.”
“Peki…” Güneş gözlüklerini başının üzerinden indirip, gözlerini camın ardına gizledi. “Devam edelim.”
“Özgül Dağıstanlı. Bir diğer park maktulü. 26 yaşında. İçmimar.”
Mustafa göz ucuyla resme baktı. “Kumral olan…”
“Evet… Bekar. Babası bir otelde resepsiyonist. Annesi servis hostesi. Başka kardeşi yok.” Bir diğer dosyayı alıp konuşmaya devam etti. “Merve Çetin. Bir diğer maktul. 22 yaşında üniversite öğrencisi. Psikoloji okuyor.”
“Pırıl pırıl kadınlar…” Amir sessizce iç çekti. Gazdan ayağını hafifçe çekip, vitesi düşürdü. Direksiyonu boğaz köprüsüne giden yola kırdı. “Kimin ne derdi olabilir onlarla diye düşünüyor insan.”
Müge başını salladı. “”İki kardeşi var. Annesini birkaç yıl önce kaybetmiş. Babası büyük hastanelere, otellere temizlik hizmeti sağlayan bir şirketin ortaklarından biri.”
“Peki o… Ali’nin ailesi. Onunla ilgili bir şey söylemedin.”
“Reddedilmiş amirim. Aile onunla bağını kesmiş. Babası büyük bir iş adamı. Tam bir para babası. Ama oğlunun değişimi onun için adeta bir yıkıma dönüşmüş. Birkaç ay önce, oğlunu darp etmiş. Hatta testisleri büyük oranda zarar görmüş. Muhtemelen ameliyat için Ali’nin işine gelmiş bu. Hemen operasyona girmiş.”
Amir gözlüklerinin üzerinden Müge’ye baktı.
“Peki diğer maktul? Arabadaki? Hatta araba… Kimin üzerine?”
“Eskort amirim. Aile bilgileri yok. Gerçek adını kullanmıyor. Kimliği de sahte. Çok takipçili bir instagram hesabı var. Muhtemel müşterilerini buradan bulduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hesap kontrolündeyim. Arabada onun üzerine. Arabanın markasına bakılırsa iyi kazanıyor olmalı.”
Amir başını salladı. “Müşterilerinin gedikli olduğu aşikâr… Peki biz şimdi, hangi aile ile başlıyoruz?”
Müge not defterinin sayfalarına baktı. “Dağıstanlı ailesi… Resepsiyonist baba ve servis hostesi anne ilk durağımız.”
* * *
“Daha bugün oradaydık…” dedi kadın, “Metal bir dolabın içinde, cansız bıraktık evladımızı.” Başını sağa sola sallıyor, kırmızıdan mora dönen gözyuvalarını ovuşturuyordu. “Bugün konuşmak zorunda mıyız sizinle?”
Müge, kadının kapı girişini kapayan zayıf koluna dokundu. “Zor olduğunu biliyorum; ama her an, geçen her salise çok önemli. İçeri girebilir miyiz? Lütfen…”
Kadın, dökülen gözyaşını elinin tersi ile sildi. Uyuşuktu. Hareketleri yavaştı. Acısının dozu düşüktü. Muhtemelen sakinleştiricinin etkisindeydi.
“Tamam geçin…”
Mustafa Amir ve Müge, kadının ardından eve girdiler. Dar koridoru yürüyüp, bu izbe eve lüks kalacak eşyaların olduğu salona girdiler. İkisi de afallamıştı. Cam kenarında duran iki berjerin kenar oyuntuları altın renginde, kaplamaları saf ipekti. Yerdeki halı el dokuması, masa el oymasıydı.
Koltuklardan birine gelişigüzel oturdular. Kadın, dudak aralığından içeri doğru seslendi. “Ziya, polisler geldi. Kızımızı soruyorlar.”
Saçları hafif kır, bakışları aynı uyuşukluktaki adam salon kapısında görüldü. Üzerinde koyu renk eşofmanları vardı. Bu lüks salon için oldukça alakasızdı. Sanki ait olmadığı bir yere, sessizce bırakılmıştı.
Berjerlerden birine oturup, başını el dokuması halıya dikti. Bakışları onların bakışlarına değmedi. “Ne vardı?”
Müge tereddütle amirine bakıp, çekimser bir cümle kurdu. “Özgül için… Çok üzgünüz… Başınız sağ olsun… Bildiğiniz, bilmemizi istediğiniz herhangi bir şey, bize yol göstereceğini düşündüğünüz bir şeyler var mı?”
Adam burun kıvırdı. Acının rengi yüzüne dağıldı. “Bilmem. Belki bana hiçbir şey gibi gelen bir şey size önemli gelecektir. Belki sizin yol göstermenize, sorular sormanıza daha çok ihtiyacımız vardır.”
Amir başını sallayıp, ellerini dizlerinin üzerine koydu. Adamın yerdeki gölgesinin üzerine, onun gölgesi düştü.
“Kızınız kimlerle görüşürdü? Olayın olduğu gece nerede, kimlerleydi?”
“Bilmiyorum. Ama muhtemelen yine onlarladır. Ayrılmazdı zaten o… Ondan işte…”
“Kimden ayrılmazdı? Görüştüğü biri mi vardı?”
“Sevgilisi vardı. Garip bir ilişkileri vardı. Ne bok oldukları belli olmayan bir şey. Birlikte bok çuvalına girdiler işte sonunda!”
Amir, öne doğru biraz daha değildi. Sesinin tonu biraz daha canlı, daha heyecan dolu çıktı. “Kızınız lezbiyen miydi?”
Adam başını hışımla kaldırdı. Bakışları Amir’in gözbebeklerini deldi. “Ne halt olduklarını bilmiyoruz!”
Müge’nin telefonu çaldı. Bakışlarını adamdan çekmeden telefona uzandı. Arayan otopsi doktoru Murtaza’ydı.
“Doktor Bey? Bir gelişmemi var?”
Hepsinin bakışları Müge’ye kilitlendi. Genç kadın, onların yüzlerinde sırayla gezindi. Kapı girişinde emaneten duran anneye, uyuşukluk ve hırçınlık arasında gidip gelen babaya, ondan bir şeyler duymayı bekleyen amirine baktı. Telefonu kapatıp, hafifçe yutkundu.
“Bize söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?” dedi, “kızınızın geçirdiği fiziksel değişimden haberiniz var mı?”
Bir bebek ağlaması odadaki havayı büsbütün keskinleştirdi. Müge, annenin düşen omuzlarına, ezilen bedenine baktı. Yutkunamayan kadının gözlerindeki morluklar, gözyaşlarının ardında kaldı.
“Bu bebek…” dedi amir, “nereden geliyor bu ses?”
“Torunları,” dedi Müge, “Özgül birkaç ay önce doğum yapmış.” Evdeki eşyalara yeniden göz gezdirdi. “Evlilik dışı. Görünen o ki, bunu gizlemek için epey destek alınmış.”
* * *
Otelin lobisinde, Suna Pervasız’ın babasını bekliyorlardı. Amir ıslık çalarak, ucu bucağı görünmeyen tavana baktı. “Bu otel onların mıymış?”
“Otellerinden biriymiş. Servetlerinin küçük bir fragmanı diyebiliriz.”
“Eeee… Adam çocuğunu reddetmiş, mirastan menetmiş yani. Bu fitil ateşleyecek bir sebep gibi duruyor.”
“O durumda Suna Pervasız’ın katil olması gerekirdi. Kendisinin bir kurban olduğu gerçeği, bu sebebi alaşağı etmiyor mu?”
“Peki çocuk… Suna ve Özgül’ün çocuğu. Trans olmadan önce seksüel bir iletişim varmış aralarında; anne ve baba hâlâ birlikte olduklarını öne sürüyor. Mümkün mü bu? O zaman niye cinsiyet değiştirmiş bu herif?”
“Mümkün amirim. Kendisini kadın gibi hissetmesi, bir erkekten hoşlanması gerekliliğini yaratmaz. Caitlyn Jenner mesela… Cinsiyet değiştirip kadın olmuş; ama kadınlarla birlikte olmaya devam etmiş biri. İçsel tercihler aşkı pek etkileyemiyor demek ki…”
Amir hırsla nefes alıp verdi. “Bu iş sandığımızdan daha mı karışık dersin? Gayrimeşru bir çocuk, çarpık bir ilişki, oraya nereden geldiğini bilmediğimiz üçüncü bir kadın, biraz ileride bir eskort…”
Müge omuz silkti. “Özgül’ün babası bu otelin resepsiyonundaymış.” Resepsiyon masasına ve ardında asılı duran saatlere baktı. İstanbul, New York, Tokyo, Londra, Kahire… Bakışlarını çekip konuşmaya devam etti. Muhtemelen bebekten sonra bir çeşit yerleştirme yapıldı. Yoksa bu iş için oldukça yaşlı gözüküyor. Merve Çetin’in babası da bu otel zincirlerinin genel temizlik işlerini devralan bir ihale kapmış bu sene. Bir şekilde hepsi…” Etrafa sakince bakındı. Cam tırabzanlara, parıldayan fayanslara göz gezdirdi. Yetmiş altı katlı binanın yüksekliğini zihninde şekillendirdi. “Hepsi… Bu çatının altında bir araya gelmiş olabilirler.”
Yanlarına gelen görevli, kollarını önünde birleştirip, başıyla onları selamladı. “Şahin Bey sizi odasında bekliyor. Yalnız çok zamanı yok.” Arkasına dönüp, asansöre giden yolu açık adımlarla yürüdü. Hızına yetişmek neredeyse mümkün değildi. Cam duvarlı asansöre bindiklerinde, yetmiş altıncı katın düğmesine dokundu. Zeminden yükselirken, Mustafa Amir, midesinin içinde biriken sancıyı dışa vurmamak için çırpınıyordu. Nihayet varış zili çaldığında, hışımla asansörden indi. Müge ve görevli hemen ardındaydı. Her şeyin bittiğini düşündüğünde, birkaç saniye soluklandı. Ama sanki her şey hâlâ dönüyordu.
“Ben iyi değilim,” dedi, “Sanırım başım dönüyor.”
Görevli geniş adımlarını hızlandırıp önlerine geçti. “Hayır efendim, iyisiniz. Burası, bu uçan daire, zaten durmadan dönüyor.”
“Ne?”
Oda kapısını tıklatıp hızlı bir hamleyle açtı. “Lütfen buyurun. Şahin Bey içeride sizi bekliyor.”
Devasa pencereli odaya girdiler. Gördükleri manzara an ve an değişiyor, oda durmadan dönüyordu. Şaşaadan uzak, sade, ahşap bir masa, büyük ekran bir televizyon, berjer, tuvalet masası vardı. Yatak, beklemedikleri kadar büyüktü. Özel bir alana girmiş olmanın tedirginliği ile kapı girişinden içeri adım atamadılar. Şahin Bey, piposunu yakıp, berjere oturdu. Görevli adımlarının hızını koruyarak içeri girdi ve yatağın yanındaki apliğe eğildi. Arkasında duran tuşa dokundu. Ve odadaki yatak yavaş hareketlerle duvarın ardına gitti. Geniş, mavi bir koltuk, yatağın az önceki yerini aldı. Üzerinde asılı bir tablo vardı. Altın çerçeveli, firavun piramidi.
“Lütfen buyurun,” dedi piposunu ileri geri sallayarak, “Şöyle oturabilirsiniz.”
Görevli artlarından kapıyı kapatırken, çekingen adımlarla koltuğa oturdular. Mustafa Amir, pencereye baktı. Midesindeki asit yeniden yükseldi. Şahin Bey, kumandaya dokunup, storu kapattı. Artık dışarıyı görmüyorlardı. Loş bir hale bürünen odanın dönüş hızı sanki yavaşlamıştı.
“Kaybınız için,” dedi Müge, sessizliği bölmek için delice bir istek duyarak, hızla konuşmaya devam etti. “Gerçekten çok üzgünüz.”
Adam piposunu dudaklarına götürüp, boşta kalan elini sağa sola hareket ettirdi. “Rica etsem biraz sağa kayabilir misiniz hanımefendi? Simetriyi bozuyorsunuz. Tablo tam aranızda kalmalı.”
Mustafa Amir’in gözbebekleri büyüdü. “Nasıl yani?”
“OKS!” dedi, “biliyorsunuz ki obsesif kişiler ölçülere takıntılıdır. Şimdi lütfen, doğru açıyı bulalım. Yoksa konuşmaya başlayamayacağım.”
Müge koltukta hafifçe ayağa kalkıp, biraz ileri oturdu, adamın yüzü asık kalınca, yeniden kalktı. Adamın bakışları onu onaylayana kadar yer değiştirdi. Nihayet doğru yeri bulduğunda, arkasına yaslandı. “Peki… Değişimlerle ilgili takıntılarınız var mı Şahin Bey, yoksa sadece ölçümlerle mi aranız iyi?”
Adam kafasını iki yana salladı. Başını ardına yatırıp, dumanı havaya üfledi. “Değişimleri sevmem. Rutinimi, düzenimi, bana ait herhangi bir şeyi sabitliğinden alıkoymaktan çekinirim. Bu beni gerginleştirir.”
Amir başını salladı. “Peki çocuğunuzun geçirdiği değişim… Bu sizde aynı duyguları mı uyandırdı? Gerginlik, odak sorunu, bir çeşit panik atak…”
“Evet… Tam olarak öyle yaptı. Değişim geçiren birinin benim evladım olması, bana ait olan bir şeyin değişmesi kabul edilemez. Bunun sonuçları, yaptırımları oldu elbette.”
“Nasıl yaptırımlardan bahsediyoruz?”
“Ret! Her şeyden, tüm benliğimden uzaklaşması. Ondan arınmam.”
“Darp da etmişsiniz,” dedi Müge, adamın alanında, onun hakimiyetinde var edebileceği en otoriter ses tonuyla. “Testisleri önemli ölçüde zarar görmüş.”
“Bir işe yaramayan, şu çelimsiz torbalardan mı bahsediyorsunuz…” Başını salladı. “Yerlerinde olduklarından emin olmak istemiştim.”
“Aslında bunu size ispatlamış olduğunu düşünüyoruz. Bir çocuğu olmuş.”
“Yok,” dedi, “o iş sandığınız gibi değil. O bebek, bu ikisinin saçma sapan teorilerinden, aklama çalışmalarından başka bir şey değil. Otopside muhakkak görmüşsünüzdür. Ali, aktif alıcıydı. Bir kadınla beraber olması mümkün değildi. O bana erkek olduğunu ispatlamaya çalışıyordu, kız da ailesinden başka bir şey gizliyordu. Yani o bebek, benim torunum filan değil.”
Müge, başını ellerinin arasına aldı. Her şey, her an daha çok karışıyordu. “Peki,” dedi, “bebeğin babası kimdi?”
Adam dudak kenarından gülümsedi. “Öldüğü için mutluyum. Artık bana ait olmadığı için. Oğlumdan bahsediyorum. Hâlâ oğlum diyebildiğim zamanlardan birinde yok olduğu için mutluyum.”
“Babası,” diye yineledi genç kadın, “O kim?”
“Bizim temizlik şirketinin sahibi. İhaleyi de bu sene ona verdik. Neden? Çünkü evladım öyle istedi. Sahte sevgilisine, sahte hayatına hepimizi dahil etti. Bu kız… Yaşlı bir adamdan çocuk doğurup, benim soyadımı istedi. Ve şimdi ikisi de sonsuz bir çukurda, sonsuz yalanlarıyla boğulacaklar.”
* * *
Görüştükleri herkesten parmak izi ve SWAP örneği almışlardı. Acil olarak laboratuvara yollamış, sonuçları bekliyorlardı. Ofis odalarına doğru giderken, Savcı, amirin omzuna hafifçe dokundu.
“Durum ne Mustafa? Var mı gelişme?”
“Karışma var Savcım, allak bullak olma, balçıkla sıvama var. Sikik bir davanın ortasında kalakaldık. Kim kim, anlayamıyoruz?”
“Üç aile ile de görüşüldü mü?”
“İkisi ile görüşüldü. Bir diğeri yurtdışında. Henüz teşhise bile gelmemiş. Beklemedeyiz. Asıl kilit adam o gibi duruyor.”
“Peki… Başka öngörü var mı? Bir gözaltı duydum sanki.”
“Yok amirim, olacaktı olmadı. Olay yerinde sızmış bir evsiz. SWAP ve parmak izi aldık. Eşleşme olursa alırız içeri.” Mustafa amir, kesif bir nefesi ağzında geveleyip bıraktı. “Resmen ölümden mutluluk duyan gediklileri hapse atamıyorsak, hatta teklif edemiyorsak, bunu bir evsize de yapamayız. Adaleti sadece mahkeme salonlarına bırakamayız.”
Müge başını hafifçe eğdi.
“Peki başka bir şey?”
“Olay mahalline yakın bulunan bir diğer ceset, vajinal ilişki yaşamış. Üzerinde birtakım sıvılar bulmayı umut ediyoruz. Ama hâlâ aralarında bir bağlantı kuramadık.”
Müge gözlerini kapattı. Diğer ikisinin konuşmalarına kulaklarını tıkadı. Ofis odasının kapısında, beyninin içindeki sessizliği kışkırttı. Bir şey vardı. Kaçırdığı, görmesi için oraya, oralara bırakılan bir şey… Resepsiyondaki saatler, akrep, yelkovan, tik toklar… Hepsi zihninde dans etti. Zihni önce New York saatine, oradan Kahire’ye gitti. Moskova, Tokyo, Londra görmeye alışıktı. Kahire, neyin nesiydi? Ve sonra, asansörü hızla çıktı, dönen odaya vardı. Gizli duvarın düğmesine basıp, koltuğun üzerindeki tabloya baktı. Altın çerçeveli piramit tablosu. Özel olarak resmedilmiş bir tablo. Üzerindeki her bir fırça darbesi şefkatle atılmış… Oradan hızla ayrıldı. Cesetlerin başına, parka döndü. Amirin sesi kulaklarına çalındı; ama kopmamalıydı. Oralarda, saçlarından birbirine dolanmış, üçgen biçiminde yatan kadınların ona söylediği bir şey vardı. Ve sonra, gözlerini hışımla açtı. Karşısında duran boş duvara doğru fısıldadı. “Piramit… Onlar bir piramidi oluşturuyor.”
* * *
Panoya hızla vurup, kadınların resimlerini gösterdi.“Açıları, diğer eskort kadını gösteriyor. Onların cinayeti, onun ölümünü işaret ediyor. Piramitlerin güneşe olan açısını yakaladıklarına, hatta ve hatta kendi içlerindeki sırları saklamak üzere yok edildiklerine eminim. Tıpkı bir piramit gibi, içlerindeki gizli odaları, gizli mezarları saklıyorlar.”
“O zaman diğer kadın, arabadaki… O güneşi temsil ediyor. Neden peki?”
“O bir günah simgesi. Katil için günahı yayan, ışığını diğerlerine gönderen bir suç merkezi. Güneş ve piramitler arasındaki muhteşem açı, onların arasında da var.”
“Peki… Bu doğru diyelim… Kim neden böyle bir şey yapsın? Neden böylesi bir şeye uğraşsın?”
“Hepsini düşünüyorum amirim, kafamda tek tek eliyorum bu adamları. Hatta ve hatta… Kadının üzerinde bir delil varsa, bunun kime ait olduğunu bile öngörebiliyorum. Çünkü sebebi var. Üçünü de öldürmek için, bir tek onun sebebi var…”
Savcı, omuzlarını geriye doğru bıraktı. “Kimden bahsediyorsun?”
Müge, panonun üzerine bir isim yazdı. Ve ardından kapı aralandı. Laborantlardan biri, parmaklarının arasındaki zarfı Mustafa Amir’e uzattı. Amir, zarfın içindeki isme, ardından panoya baktı. Her ikisinde de, aynı şey yazıyordu.
* * *
Otelin geniş lobisinde, küçük bir ekip bekliyordu. Yüksek tavanın altında, oldukça çelimsiz ve gösterişsiz gözüküyorlardı. Ama kemerlerinde uyuyan silahları, her an yerlerinden fırlamaya hazırdı.
“Burada mıymış,” diye fısıldadı amir, “Belki değildir.”
Müge etrafa çarçabuk baktı ve başını salladı. “Burada amirim, olması gereken yerde.”
Resepsiyon masasına yürüyüp, belindeki silahı çıkarttı. Özgül’ün babası, masanın ardından ona bakıyordu. Ardında, Kahire’yi gösteren saatin yelkovanı yavaşça hareket ediyordu.
“Biliyordun,” dedi, “bebeğin gerçek babasının şirket sahibi adam olduğunu biliyordun. Sana yalan söyledikleri için Özgül’e ve Ali’ye kızgındın. Adamdan da intikam almak istiyordun… Ama onu öldürmek cezasız bırakmaktı. Sen evladınla sınanırken, o da aynısını tatmalıydı. Bu yüzden Merve’yi, seni utandırdığı için kızını ve buna alet olduğu için Ali’yi öldürdün. Sonra… İçindeki tüm kini kusmak için… Bir eskort çağırdın. Muhtemelen burada…” Parmağını havaya kaldırdı. “Muhtemelen otel sahibinin odasında onu öldürdün. Rutini sen sağlıyordun değil mi? Adamın düzenini sen koruyordun? Bu yüzden odaya yalnız başına girme hakkın vardı. Üstelik orada kamera yoktu. Tamamen özgürdün. Ayrıca… Bebeğin gerçek babasından para da alıyordun. Bir şekilde susma payı, razı gelme… Hepsini öldürüp, belki bir zamanlar kızını götürdüğün parklardan birine bıraktın. Kadını da onların biraz ilerisinde sonsuz uykusuna yatırdın.” Duraksadı. “Ekleyecek bir şeyin var mı?”
Adam başını iki yana salladı. Titreyen ellerini uzattı. “Götürün beni…”
Mustafa, adamın arkasına geçip, yüzünü resepsiyon masasına yasladı. Eğilip kulağına fısıldadı. “Sen bir fahişeyle yatarken, karını aldatırken masumsun, ama kızın belki de sevdiği adamın çocuğunu doğurduğu için ahlaksız öyle mi? Senin ben sıfatına…”
Müge’nin bakışları yeniden Kahire saatine kaydı. Saat tam on ikiyi vurdu. Akrep titreyerek bir saniye ilerledi. Ve zaman birilerini ardında bırakıp, bir diğerlerini kucakladı. Geçmiş ve gelecek birbirinden ayrıldı. Babalar ve çocukları, kökler ve dalları,ebediyete kendi sırlarıyla yol aldı.
- Histeri - 1 Temmuz 2020
- Kozmos’un Gölgeleri - 1 Mayıs 2020
- Viyolog - 1 Nisan 2020
- Kökler ve Dallar - 1 Şubat 2020
- Aynadaki Yolcular – Son - 1 Aralık 2019
Harika ötesi bir öykü, tek solukta heyecan ve keyifle okudum.
Merhaba.
Yazım diline, olaylar örgüsüne, samimi karakterlerine, eğlenceli, atışmalı, çekişmeli karakterler arası diyaloglara, merak uyandıran dinamiğine artık iyice alıştığım bir Gaye Hanım öyküsü okudum. Kelime sayısı bakımından seçkinin sınırlarını zorlayan bir öykü olmuş. Bu da sonlara doğru biraz sıkışmışlık hissi yarattı. Kesinlikle daha uzun bir anlatımı hak eden bir öykü bu.
Bana göre “Gramofon” adlı polisiye öykünüz daha şaşırtıcı ve sürprizliydi. Bunu da az önce bahsettiğim gibi öykünün sığdırılmaya çalışılmasına yoruyorum. Bir etken de tabi yazarın Gramofon’da okuru yemleyerek şaşırttığı ve bu öyküyü okurken, okurun daha temkinli olmasına bağlıyorum
Üretkenliğinizin ömür boyu sürmesi temennisiyle… Sevgiler…
Gaye’cim
Bu başarılı öykünü ilk okuyanlardan biri olma ayrıcalığını bana tanıdığın için tekrar sana teşekkür etmek istiyorum. Şımarmadım desem yalan olur
Sana yaptığım yorumlardan, buraya da alıntılamak istiyorum izninle:
Öncelikle seni gerçekten tebrik ederim. Sonuna kadar heyecanla okudum öykünü. Ve bu kadar uzun
kopmadan yazabilenlere her zaman hayranlıkla bakıyorum. İlk aklıma gelen bu 5000 kelimelik öyküden
ne nefis bir roman olurdu, kısıtlamalara maruz kalmadan. Bulduğun konu çok güzel, çok çapraşık,
gerçekten kimin eli kimin cebinde.
Cümlelerin çok temiz. Bu senin kelimelerle artık iyi bir dostluk kurduğunu gösteriyor bana. Çok daha
karmaşık yazıları kotarabilecek birikime sahipsin bence. Bunun için de ayrıca tebrikler. Duygu
aktarımların harika. Betimlemelerin yerinde. Yani, anlattığın sahneler canlanmış ve okuyucuyu yarattığın
simülasyonun içine çekmiş. Bunu çok başarılı buldum.
Böyle bir öykü, kurgu 5000 kelime ile kısıtlanınca ister istemez sende koştum mu acaba diye bir kaygı
oluştu sanırım. Bence gayet normal, başka türlüsü olmazdı, bu yüzden bitişinle ilgili “e çok çabuk
çözüldü” gibi bir his oluşmadı bende: çünkü zaten yerin dar.
Kurgunla yaptığım bir kaç öneri zaten sende, tekrar yazmaya gerek duymuyorum
Şevkin, yazma tutkun, onca yoğunluğunun ve gündelik hayatın koşuşturması arasında 5000 kelimelik bir öyküye zaman yaratman, benim için çok motive edici.
Umarım en kısa zamanda emeklerinin karşılığını alırsın arkadaşım.
Yüreğine sağlık
Merhaba @gayekcelik,
Öykünüzü çok beğendim. Özellikle belirtmek isterim ki ilk paragrafı büyüleyici. Bitiş cümleleri de şahane.
Elinize sağlık.
Sevgiler.
Görüşmek üzere.
Gayecan ,
Polisiye okumaktan, izlemekten, çözümlemelerden fazlasıyla keyif alan biri olarak öykünü zevkle okudum. Beş bin kelime sınırı için ben de özel hayatındaki tüm challenge’lara rağmen limitleri zorlamanı takdirle karşılıyorum.
Ben okurken, sonunun aceleyle toparlandığını hissettim şahsen. Başlardaki fazla detay aktarımından kırparak sona doğru adım adım çözümlenecek bir finali daha hoş bulurdum ancak bir bakmışız günlerden 5 Şubat, saat 23.00, kelimelerden dörtbindokuzyüzüncü kelime falan, o saatten sonra yapacak bir şey kalmıyor tabii.
Daha uzun ve kaliteli zamanlarda yazacağın kitaplar için bu öykülerin sana çerez olması dileğiyle…
Kalemine sağlık,
Sevgiler,
Sena