“Ve Dedem Korkut geldi. Boy boyladı, soy soyladı.”
Uzun asası, gri, uzun saçları ve sakallarıyla göründü Dede Korkut. Üzerinde yıpranmış Yörük kıyafetleri vardı. Dede Korkut ateşe yaklaştıkça bir kopuz sesi duyulmaya başladı. Tam ateşin başına ağır ağır çökecekti ki bir “cart!” sesi duyuldu.
Dede Korkut şiddetle ayağa fırladı, başındaki başlığı fırlatıp bağırdı: “Başlarım ulan yapacağınız işe!”
Spotlar söndü, sahnenin genel ışığı yandı. Sahne amiri koşarak Dede Korkut’un yanına geldi. “Özür dilerim efendim, yine aynı yerden mi yırtıldı?” Dede Korkut sahne amirinin yanına doğru yürürken saç-sakal peruğunu çıkarmıştı. Sakalsız yüzü ve kısa, esmer saçları görünüyordu. Bu görüntüsüyle klasik bir Anadolu insanına benzeyen Dede Korkut, kıyafetlerini çıkarırken, “Evet, evet yine aynı yer! Kardeşim bu terzi salak mı yoksa bizimle dalga mı geçiyor? Oyunun prömiyerine kalmış üç gün, daha kostüm hazır değil,” diye azarladı amiri.
Sahne amiri mahcup tavırlarla Dede Korkut’un ona fırlatırcasına verdiği kıyafetleri incelerken, kekeleyerek, “Özür dilerim efendim, bu sefer ben başında duracağım, yeterince sağlam yaptığından emin olacağım,” dedi.
Üzerinde yalnızca don ve atlet kalmış bir şekilde, “Tamam, tamam,” diye sahne amirini geçiştiren Dede Korkut kimseye aldırış etmeden soyunma odasına gitti. Sinirle bir sigara yakıp, bol ışıklı makyaj aynasının önündeki rahat koltuğa oturdu ve elindeki saç-sakal peruğunu masaya fırlattı.
Hiç istemeden, yalnızca para kazanmak için kabul ettiği bu rolü çalışmaya başladığından beri başına gelmedik iş kalmamıştı. Nişanlısı onu terk etmiş, annesi onu böyle bir hayat sürdürmeye devam ederse evden kovmakla tehdit etmiş, babası eve doğru düzgün para getirsin diye her gün onun başının etini yemeye başlamıştı.
Karanlık bir zindana hapsolmuş gibi hissediyordu Dede Korkut. Kendi hayatının çaresizliğine karşı oynayacağı role çalıştıkça, sahnede anlatacağı hikâyelerdeki kahramanlıklar, cesaret gösterileri iyice sinirini bozuyordu. “Asgari ücreti bile doğru düzgün kazanmazken sevdiğin kızın elinde tutmayı dene bir de ey yiğit!” diye kendi kendine söylenip duruyordu.
Provası da, sigarası da bitmişti. Kalkıp giyindi, yüzüne sakal peruğunu tutması için sürülen yapıştırıcıyı çıkarmak için kazırcasına yüzünü yıkadı. Aynada kendine bakıp, “Hadi bir boy boyla da gecemiz neşelensin Dede Bey,” diye söylendi, söylenişine güldü kendi kendine. Durum ne kadar kötü olursa olsun şu kendi kendine gülme işinden vazgeçmezdi, onu hayatta tutan tek şeydi.
“Acaba kımız satan bir yer bulabilir miyim?” diye düşünerek bira içmek için sakin bir yer aradı. Cumartesi gecesiydi ve her yer ağzına kadar doluydu. Eski, hızlı solcu abilerden birinin işlettiği bir bara gitmeye karar verdi. İlla ki fakir bir tiyatrocunun oturabileceği bir masa olurdu öyle yerlerde.
İçeri girdiğinde mekânın ağzına kadar dolu olduğunu gördü. Tam küfrederek çıkacakken kenarda, duvara dayalı bir masa boşaldı. Günün tüm yorgunluğuyla çöküverdi sandalyeye. Son enerjisiyle bir bira söyledi ve sigarasını yakıp sanki ilk kez düşünüyormuşçasına tüm dertlerini gözden geçirmeye başladı.
Yıllar boyu içilmiş sigaradan kararmış bir ses duydu:
“Hani övdüğümüz bey erenler,
Dünya benim, diyenler,
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli, gidimli dünya,
Son ucu ölümlü dünya…”
Heyecanla döndürdü başını sesin geldiği yere. Neredeyse çıldıracaktı, kanlı canlı Dede Korkut karşısındaydı!
“Ama sen…” diye söze girecekti ki sesin sahibini tanıttı kendini. Oynadığı oyunu yöneten rejisörün arkadaşıymış adam, oradan tanıyormuş kendisini. Güldü ikisi de bu duruma, içtiler ak köpüklü bira, söndürdüler ardı ardına kahverengi izmarit… Konu konuyu açtı, dert derde bağlandı. Sıra geldi hesap ödeme faslına.
Anlaşamadılar, kim ödeyecek bu eğlencenin parasını? Önce sözle atıştılar sonra yumruklarıyla. Aldı adam koca bardağı, geçirdi sonunda Dede Korkut’un kafasına. Ne dert kalmıştı artık, ne deva. Son ucu ölümlü dünya…
- Periler Ülkesinin Garip Çocukları - 1 Şubat 2024
- Âlem Dağ’da Var Bir Mikrop - 1 Temmuz 2022
- Arındım da Geldim - 1 Ağustos 2020
- Hurdalara Ne Oluyor? - 1 Eylül 2019
- Son Ucu Ölümlü Dünya - 1 Temmuz 2019
Merhaba Umut,
Daha önce deniz kızı temasındaki öykünü okumuştum.
Genel anlamda kaleminin aynı çizgide gittiğini görebiliyorum. Belki biraz daha uzun olmaları hoşuma gidebilir.
Dede Korkut’a yaklaşım tarzını ve içindeki kaybetmişliği aktarımını sevdim. Akıcı, etkileyici ancak epey hızlı. Finali pandomim izler gibi okudum. Gayet hoş bir son.
Ve bira önemli bir şekilde senin imzan gibi duruyor orada.
Daim olsun kalemin.
Sevgilerimle.
Selam,
İlk başta bir twistle şaşırttı sonra eğlendirmeyle karışık iç burktu. Sonunda bu fırtına hortumu son şakasını yaptırdı Dede Korkut aktörüne.
Ben beğendim özgün buldum. Kara mizahın nadide bir örneğiydi.
Tebrik ederim.
Merhaba
Üşenmeden kaç kelime yazdığınıza baktım. Sanırım 545-550. Ortalamalara göre kısa bir öykü. Kısa öykü yazmak bence zor bir iş. Çok dağılmadan, okuyucuya karakterleri, mekanı, olayı vs vs geçirmek gibi bir sürü yükümlülük var. Siz bu kısacık öyküde, temaya değinmiş, karakterinizle bizi tanıştırmış, mekanda yolculuk ettirmiş üstüne üstlük bunu da gülümseterek ve şaşırtıcı bir finalle yapmışsınız ki bu final benim çok sevdiğim bir tarz - eğer böyle bir tarz varsa. Ben çok başarılı buldum. Nedense içimde bu metni çok kasmadan yazdığınız gibi bir his var. Kaybedene yapılan atıflar belki bunu bana söylettiriyor.
Tek bir öneri, Dede Korkut’un laneti diyebileceğim paragrafa geliyor.
Bence Bukowski okuyan biri, burada kaybetmişliğini ve çaresizliğini çok daha vurucu tanımlayabilir - aldatılmış bir erkek, evden atılmakla tehdit edilen bir kiracı, ne bileyim veresiyeyi sonlandıran köşedeki bakkal vs vs. Hatta bize neden aksiliklerin peşini bırakmadığına dair de bir ipucu verebilirdiniz.
Umarım haddimi aşmamışımdır
Elinize, kaleminize sağlık