“Söz uçar yazı kalır.”*
Mırıldandığı sözlerden güç almaya çalıştı kadın. Üzerine geçirdiği mavi tonlarına bulanmış urba; alev saçan gözleriyle hoş bir kontrast oluşturmaktaydı. Saçlarındaki örüklere köpekbalığı dişlerinden yapılma boncuklar takıştırmıştı. Ayaklarındaki balina derisinden postallara, babası tarafından Okyanus’un kutsal ruhlarına ait tılsımlar işlenmişti. Başka bir deyişe geçti mırıldanışları.
“Mürekkebimiz damarlarımızdan sızan yaşamın özüdür. Ruhlarımız kelimelere ait bedellerdir.”
Elindeki kamışı andıran yosunu gereğinden fazla sıktığını fark etti endişeyle. Bir çeşit tüp görevi gören bu içi boşaltılmış yosunun ucuna sivri bir keski takılmıştı. Son şansına zarar vermekten korkarak gevşetti elini. Yaşamı boyunca içine doğduğu tüm öğretileri unutmuş gibiydi o sırada. Az evvel uzaktan gelen yankılar sebebiyle paniklemişti… Zihninde sürüp gitti korkuları.
Klik! Klik! Klik! Klik! Klik!
Kim bilir ne olmuştu seslerin muhatabına? Her kimse, sadece esir düşmüş olmasını diledi. Lakin beş tuşa neler sığardı… En tehlikeli delilikler, vahşetin koynundan kopup gelen işkenceler; ölümün küflü nefesi, kısaca kıyıma ait olan her şey. Güç dengesini yitireli beri evrenlerinde hiçbir şey adil değildi. Okyanusun ortasında hüküm süren bir dehşetten ibaretti yaşamak onlar için.
Köhne bir diyara, Kamus’a -sözlük- sürgün gitmişlerdi. Evvel zamanın yutulup; kalbur saman olarak dışkılandığı bu kolpa evrende, kelimeler yıkıcı bir tesire sahipti. Dilin hükmettiğince var olagelmişlerdi. İşlenebilir her şeyle yaşatmışlardı düzenlerini başlarda. Henüz denklerken; barış hakimdi dünyalarına. Sonra safra çıktı ortaya; katıştı mürekkebe, ardından çiviyle kazındı kelimeler tabletlere, kuş telekleri rafa kalktı yerini fildişinden oymalar aldı. Yinelendikçe yazılışları anlamları güçlendi kelimelerin. Başlamıştı artık mücadele.
Yazılan kelimelerin eylemle buluştuğunu; kamıştan bir kalem kullanan yaşlı bir köylü fark etti hazin bir şekilde. Sadece eşine olan kinini dökmekteydi güncesine. Günceler duyguların derleyicisi değil midir zaten? Derken harfler birleşti. Kelimeler yeke indi. Anlam taştı gitti, hislerle bütünleşti. Yazılanlar ansızın gerçekleşti…
Derme çatma kulübesinden çığlıklar atarak çıktı adam. Bulundukları kasabada evler birbirine uzaktı. Haykırışını duyan ilk komşu damladı eve: Sonra diğerleri ve diğerleri. Suçlayıcı ithamlarıyla ve olanca haklılıklarıyla belirdiler yanında. Sanki kendileri hiç başkasına zarar vermek istememişler gibi… Adam anlatmaya çalıştı eşini öldürmediğini. Sadece onlar gibi olduğunu. Yakarmak için bir ucuz bir kâğıda tutunduğunu.
Dinlemediler; “Nasıl canice bir cinayettir bu işlenen?” diye haykırdılar tek sesli mekanik korolarından. Güncesinde yazanları göstermesi, kasten adam öldürme suçu için kanıt oluşturmaya yetmişti. Kadının kanayan bedenine kazınan harfler, adamı en sonunda darağacına götürmüştü. Sözcüklere mahkum idam sehpasının üzerindeyken; adamın dileği, kadının sonu olan lanetli kelimeyi yankıladılar:
Geber! Geber! Geber!
Bu olayın üzerinden henüz çok az vakit geçmişken başka vakalar ortaya çıktı yakın kasabalarda. Ani ölümler ve yaralanmalar Kamus’da kol gezmeye başlamıştı artık. Her birindeki ortak nokta kimi zaman bir kelime oluşturan kimi zamansa sadece anlamsız vaziyette sıralanmış harflerdi. Kimisi silik, kimisi renkli; öbürü oyuklar halinde, beriki kalın bir mil gibi işlenmiş harfler…
Kabile elçilerinden oluşan Kamus Konseyi acil durum çağrısıyla birleşti. Bu gizemli vukuatları çözmek için günlerce konuştular. Yaşananların yazı temelli olduğunu, idam ettikleri adam sayesinde idrak ettiler. Lakin işleyişi tespit edemediler başlangıçta. Bilinmeyenin yarattığı korkuyla aldıkları ilk önlem de yazmayı yasaklamak oldu. Oysa Kamus safi kelimelere tutunan bir inanç sistemine sahipti.
Kutsal bir kitabın kolcuları kesildi geri kalanlar. Kamus’da yazmadan nefes alınamazdı. Kökende kelimeler ve anlamlar yatardı sadece. Taleplerini sıraladılar ve dayandılar kapılarına. Yasaklı kelimeler kabul edilebilir boyuttaydı ama yazı gereçlerini toplamak ve topyekûn eylemden vazgeçmek makul gelmemekteydi hiçbirine. Nitekim vermediler de ruhlarına bağlı yazım aletlerini. Bu sırada isyanı bastırmaya çalışan elçilerse çoktan keşfetmişti zarar verenin ne olduğunu. Hem de isyancılara karşı yapılan denemelerinde bulmuşlardı asıl olanı.
Kopma noktalarından biriydi bu yaptıkları. Kelimeler tıpkı kar kristallerinin değişimi gibi farklılaşmıştı. Yazıya döküldüklerinde sahiplerinin duyularına erişip hisseder olmuşlardı. Yaşayan organizmalardan farksızlardı. Her ne hikmetse bunu başaranlar sadece elem içeren sözcüklerdi. İnsanlar defalarca zikrettikleri bu kelimeleri oldukları harf bütününden çıkarıp alenen silaha çevirmişti. Bu silahlar da bilinçli olarak ilk kez Kamus Konseyi tarafından kullanılmıştı.
Devasa ve dehşetengiz bir savaş başlamıştı artık. Kamus geçmişinin karanlığını mislince aşmış; yeni bir boyut kazandırmıştı bu renge de. Silahlar; asırlardır kullanılmakta olan yazma gereçleriydi. Her birinin etkileri başka boyuttaydı. Kelimenin kanlı canla bir forma dönüşmesi yazanın duygularının yanı sıra kullandığı yazım aletlerine göre de değişmekteydi.
Mürekkebin etkin olarak üretildiği yer olan okyanus kıyılarında yaşayan kabileler bu konuda görece daha şanslıydı. Başlangıçta insanlar rezervlerini hızla tüketince karaborsaya düştü mürekkep de. Diğerlerine nazaran daha ılımlı bir halk olan bu kıyı kesim üretimi kısıtladı. Kimsenin zarar görmesini istememekle birlikte sadece savunma amaçlı kullanmaktaydılar yazıyı. Kuvvetle muhtemel bu ulvi sebepten yaşamaya devam ettiler.
Geri kalanlarsa buldukları her nesneyle denedi şansını. Yazının kalıcılığının esas olduğunu anladıklarında iyice çirkin bir mücadeleye dönüştü yaşattıkları. Kamus’da işler çığırından çıkmıştı. Konsey üyelerine düzenlenen suikastlar halkı daha büyük bir aymazlığa sürükledi. Başta savundukları ne varsa riyakârca reddetmektelerdi. Birlik olan tek arzuları savaşmak üzerindeydi. Savaşa sürükleyen sebeplerin hepsi üstlerine geçirdikleri kılıftan ibaretti.
Yazma özgürlüğü değildi talep ettikleri; her biri gücün kölesi olmuştu. Hüküm sürmek arzusuyla savaşmakta ve yok etmektelerdi. Nitekim en sonunda on iki farklı kabilenin yaşadığı bu evrende sadece dört kabile kaldı. Asırlarca sürüp giden savaş, son otuz yıldır orantısız bir güç tarafından yönetimin devralınmasıyla kesilmişti.
Kadın dalıp gittiği dipsiz kuyudan çıkmak için debelendi. Zihninde oynanan bir an silsilesi gibiydi hatırladığı her şey. Geçmişin çarpık bir mizanseniydi öğretilmiş olan. Göğe toplanan gri bulutlar şiddetli yağmurun habercisiydi. Daha ne kadar beklemesi gerektiğini hesaplayamadı. Bakışlarını kızıl killi toprağı süsleyen ağaçtan tepeciğe dikti. Kimselere yakalanmadan buraya ulaşanın sadece kendisi olabileceği fikrini kabul etmek istemedi.
Bir gece önce işittiği tuşları düşündü. Komşu kabilelerin hepsi Koca D adlı silahın sahibi olan kabile tarafından sindirilmişti büyük savaşta. Kim bilir belki diğer kabilenin Barış Yazmanlarından biriydi Koca D’ye maruz kalan. Meskenleri Dizin Dağı’nda başlayıp kıyılara kadar inen adanın diğer kıyı bölgelerinde yaşayan dostlarının geliş yolu daha tehlikeliydi. Pusuya düşmüş olma ihtimalleri çok yüksekti. Buradan eli boş dönmeyi kabullenemezdi. Çözüm arayışları birazcık bilgiye muhtaçtı.
Koca D acımasız bir hıza sahipti. Keşfedildiği günden itibaren sayısız katliama sebebiyet vermişti. Prototipi beş insan boyunda tuş kombinasyonlarını içeren bir yapı olmasına rağmen zaman içerisinde taşınabilir boyutlarda olanları üretilmişti. Lakin bu icadın ismi Koca D olarak kalmıştı. Daktilo adını kimse kullanmazdı Kamus’da. Genç kadın bu ölüm makinesinin aslında nasıl kullanabileceğini hayal ettikçe içi burkuldu.
Başka bir evrende kim bilir ne işlere yaramaktaydı. İnsanlara ölüm saçmak yerine sadece kelimelerden dokunmakta hayatlar sunardı belki de. Ya da bambaşka şeyler, akla hayale gelmeyen kullanım şekilleri… Kafası yoğunlaştıkça uzaklaşan yaşamının kıyılarında bir ses işitti. Heybesindeki yosuna tekrar dokundu korkuyla. Birileri gelmekteydi. Gizlendiği kayanın ucundan bakmaya çalıştı.
Kızıl toprakla kamufle olmuş kıyafetler içerisinde bir kadın ve bir çalı görünümüne bürünmüş bir adam ona yaklaşmaktaydı. Hiç tanışmadığı lakin devamlı yazıştığı iki dostuydu karşısındaki. Diğer kabilelerin Barış Yazmanlarının en gençleri; tıpkı kendisi gibi. Yazıyla anlatamayacakları büyük buluşlarını konuşmak için toplanmışlardı. Nihayete erecek bir savaştı mevzu. Büyülü adımlardı atacakları.
Koca D’nin ve Daktilograflar’ın, ki kendileri azılı cellatlardan farksızdı; menziline girmeden ellerindeki bilgileri paylaşmak niyetinlerdi. Yanına geldiklerinde ikisi de içten gülümsemelerini bahşetti. Yazışmalarda isim kullanılmazdı; rumuzlarıyla kimliklerini korurdu Barış Yazmanları. Genç oğlan devasa kayanın arkasında nefes nefese kalmış bir halde konuşmaya çalıştı.
“Geciktiğimiz, için ah nefesim… Üzgünüm. Yolda karşılaştık. Tuşkafalardan biri izimizi buldu. Onu haklamak zorunda kaldık. Çok fazla vaktimiz yok. Mitralyöz** yaralandı. Senin anlayacağın icatlarımızı yolda gelirken test etmek zorunda kaldık. Eh bir hayli işe yaradılar da.”
Kara Mamba kasılmış suratıyla Mitralyöz’ün üzerine eğildi. Genç kadın tenindeki solukluk dışında gayet iyi görünmekteydi. Kızıl kıyafetlerinin desenlerine karışan alaca renk, kanı olmalıydı. Binbirdelik Otu*** sakinlemiş Mitralyöz’deki farklılığı tespit etmesini bekliyordu. Bu kullandıkları bizzat onun icadıydı. Mitralyöz geniş bir tebessümle iki parçadan oluşan elbisenin iç kısmını sıyırdı. Akciğerlerinin üzerindeki yaraları gördü Kara Mamba.
Korkulu yakınmasını bastırmak için ağzını kapattı hızlıca. Harfleri görememekteydi. Kesiklerin üzerindeki deriye benzer bir dokudan oluşturulmuş sargıya kitlenmişti bakışları. Binbirdelik gururla karşısındaki tabloyu izledi. Bir yandan iyileşmiş dokuya bakmaktaydı bir yandan da Mamba’nın diyeceklerini beklemekteydi.
“Bu ne tam olarak? Yaraları nasıl iyileştirdiniz?”
“Bu daksil! Bir nevi doku yenilemesi yapıyoruz ve bil bakalım neyle? Elemli kelimelerin etkilerini terse çevirecek bir sistem geliştirdik ekibimle; şifacı kelimeler bu dokuyu iyileş…”
Klik!
Cümlesini tamamlama
Klik!
Şansı
Klik!
Olamadı…
Klik!
Sesleri duyar duymaz her biri heybelerine davrandı. Yakalanmışlardı. Binbirdelik elinde tuttuğu kemikten kalemi ve hayvan derisinden bir zemini açıvermişti. İlk yaralanacak kişiyi beklemekteydi tetikte. Mitralyöz birkaç dakika içinde isminin hakkını verecek küçük baskı makinelerini beline taktığı çantalardan çıkarmaya başlamıştı bile. Her birinin sıralamasını ezbere bilir gibi bir hali vardı.
Son iki tuş sesiyle yaklaşanın tek bir kişi olduğunu anladılar. Daha fazlasını işitmeleri gerekirken bir başına silahına güvenen tuşkafa adım adım boşa sallamaktaydı. Harfler bileklerine kondu. Sırayla. Mitralyözden başlayan sıralama E ve R harflerine tekabül etmekteydi. S harfi Mamba’nın üzerinde; İ ise Binbirdelik’teydi. Genç adam el çabukluğuyla Mitralyöz için tedavi sürecine başladı.
Kaç kişi olduklarını dahi bilmeyen ve şişirilmiş egosuyla yaklaşan cellatlarını büyük bir sürpriz beklemekteydi. Mitralyöz taşın kıyısından hedef aldı. Kollarındaki izler için hazırlanan pansumana geçmeden evvel karşıdaki daktilografla ilgilenmek niyetindeydi.
Kırık sağ kol!
Elindeki kaşeyi defalarca bastı papirüse. Adamın daktiloyu sabitlediği kolu yavaş yavaş dağılan bir cam gibi parçalanmaya başladı. Neye uğradığını şaşıran gözcü tuşkafa çığlıklar içerisinde sol eliyle bir şeyler yazmaya çalıştı. Bir gece evvel mücadele sırasında Kaşe’nin hükmüne tanıklık etmiş olan Binbirdelik vahşi bir gülümsemeyle karşısında kıvranan adamı izledi.
Kırık sol kol!
Mamba garip bir deriden yapılma eldivenlerini geçirdi. Sağ eline dolan kanı silmeye çalışırken her yerini kana buladı. Diğerlerinin icatlarının etkilerine şaşırmaktan ve panikten yosunun ucundaki keskiyi damarına bir türlü denk getirememekteydi. Kaşe muhteşem bir silahtı! Ellerinde kalıcı mürekkep olsa defalarca kullanmalarına bile gerek kalmazdı. Koca D’yi haklayabilirlerdi. Gerçekten bunu başarabilirlerdi. Devir daim vakti gelmişti!
Tuşkafanın çığlıklarından sıkılan mitralyöz keyifle bir kaşe daha çıkardı. Kollara çalışmaktan sıkılmıştı. Devasa gülüşüyle ürkütücü görünen uzun yüzü; attığı çığlıkla daha da korkunçlaştı. Kaşede yazan kelimelere tezat bir haykırıştı onunkisi. Korkusuzca ve deliceydi.
Ses kes!
Daktilograf boğazının üzerinde oluşan çiziklere anlam veremedi. Kollarındaki kırıkların acısından başta sızı olarak beliren çizgileri umursamadı. Yakarıp küfretmeye devam etti. Mitralyöz daha da keyifle bastı kaşeye. Çok ama çok hızlıydı. Birkaç saniye içerisinde adamın boğazı ortasından yarılmış ve her yere kan boşalmıştı. Bu sırada Binbirdelik çoktan Mitralyözün bileklerine sargılamıştı.
Mamba damarı bulamadıkça sinirlense de daktilografın yere yığılışını gördükten sonra rahatladı ve eldivenine dolmuş kanı keskinin ucuyla sıyırdı. Kâğıdın üzerine çiziktirdiği kelimenin ardından henüz ölmemiş adamın çırpınışları sonlandı.
Mitralyöz ve Binbirdelik şaşkınlıkla ona döndü. Bu kadar hızlı bir ölümü sağlayan şey kelimenin kanla yazılması mıydı? Bunu daha önce deneyen gezginler vardı. İşitmişlerdi. Sonra Mamba’nın kâğıda dokunmamak için eline geçirdiği garip eldivenleri fark ettiler. Ne olduğunu anlayamamışlardı. Genç kadının bileğine daksil geçen Binbirdelik meraklı bakışlarını kadına dikti.
“Şey sadece öldürücü bir zehirle sıvanmış bu kâğıtla kan kesin bir çözüm sağlıyor. Birkaç çeşit farklı kâğıt tipim var. Uyuşturması için ya da belirgin fiziksel zararlar için lakin kelimelerin hepsi kanla yazılmak zorunda.”
Keyifle gülüştüler. Adlarının aksini yaşattıklarından bihaber Barış Yazmanları teknik anlamda muhteşem olan icatlarının ve başarılarının hayaline dalmak niyetiyle paylaştılar anı. Kamus evrenine hak ettiği düzeni vereceklerdi. Bu sefer gerçekten Koca D’yi yenme şansları vardı. Savaşı bitirecek muhteşem silahlarını, zaferle sonuçlanan bu mücadelede birbirlerine tanıtmışlardı.
Hiçbirinin aklına kelimelerin olası şifasında yeni bir dünya yaratmak yoktu. Düşünmediler bu icatların namlusunda ne zaman kendilerinin olacağını. Mürekkep dünyanın kaçak ruhları yoka karıştı. Kalıcıydı mevcudiyetlerinin temelinde yatan; lakin bir dumanın haberinde yitip gitti barış ağıtları.
Klik! S Klik! O Klik! N Klik! .
*”Söz uçar yazı kalır” sözü aslında yazının kalıcılığı ve sabitliğinin karşısında konuşmanın, sözlerimizin sınırsızca genişleyebildiği şeklinde yorumlanabilir mi? Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo’da sıklıkla tekrarlanan bu cümle, onlar sayesinde bu şekilde yeni bir anlam kazanmıştır bendenizde. Aynı zamanda öyküm ismini de burada yayınlanmakta olan bir radyo programından almıştır. Bu muhteşem programın yapımcılarıysa ismin, eski bir söz olan “Kamusla güreş olmaz” tümcesine dayanarak türetildiğini belirtmişlerdir.
*Mitralyöz: Fransızca’da çok namlulu silah anlamına gelmektedir.
**Binbirdelik Otu: Sarı kantaron; doku yenilenmesinde (yara ve yanık tedavisinde) sıklıkla kullanılan bir bitkidir.
- Başka Hayatlar, Ormanlar, Nehirler - 1 Mayıs 2021
- Çağdaş Vampir Rüyası - 1 Nisan 2021
- Kanat A.Ş. - 1 Şubat 2021
- Devridaim Yanışlar - 1 Temmuz 2020
- Mavi-Oluklu’nun Çağrısı/Yankısı - 1 Ağustos 2019
Merhaba Ezgi
Öncelikle öyküyü yetiştirebilnene sevindim. Eğer bu ay okumasaydım öykünü üzülürdüm.
Hayal gücüne hayran kaldım. Kurguladığın dünya, yazı araçlarıyla savaş fikri, kullandığın dil hepsi bir parçanın bütünü olmuş adeta. Anlatmak istediklerini başarıyla aktarabilmişsin. Seçtiğin kelimeler de vuruculuğu artırmış. Bu etkileyici öyküyü okumaktan keyif aldım. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.
Merhabalar Duygu,
Kurgudan keyif almana çok sevindim gerçekten. Bir hayli yorucu ilerledi başlangıcı bildiğin gibi zaman da tersti biraz. Finali hikayenin yazımından iki hafta sonra bağladım. Bir yanım da iyi olmuş diyor. Savaşın ve insanlığın neye dönüşebileceği unsuruna dair derin bir karın ağrısı yarattı aslında bu aradaki zaman. Ama bu belli ki bambaşka bir hikayede taşacak. Şimdilik sadece korkuların kişiyi en sonunda korkulana dönüştürdüğünden bahsetmekle yetineceğim.
Görüşmek dileğiyle, zihnine sağlık
Daktilo temasını gerçekten güzel kullanmışsınız. Öykünün başında neler olacağı hiç belli olmuyor. Gelişmeler güzel bir sürpriz oluşturdu.
Anlatımınız güçlü ve bazı yerlerde masalsı bir havaya sahip. Yalnız devrik cümlelerde biraz takıldım ben. Bana bazı yerlerde anlık duraksamalar yaşattı. Ama bu, kurgunun ve anlatımın güzelliğini bozacak kadar büyük değildi. Keyif alarak okudum. Kaleminize ve hayal gücünüze sağlık.
Merhabalar,
Bir hayli gecikmeli bir cevapla buradayım kusura kalmayın. Cümleleri devirmeden duramıyorum sanırım gerçekten bu iyileştirilmiş halim diyebiliriz. Hayır böyle bir çabam da yok inanın. Ben yazdıktan sonra kontrol için okurken devrik olduğunu fark etmiyorum bile çoğunun… Keyifli bir okumayla size eşlik edebildiysem ne mutlu bana
Zihninize sağlık!