Öykü

Dalga

Sessizlik, sadece ensesindeki ürperen kılların dikilirken çıkardıkları çıtırtıları duyuyordu. Kalbinin tık tıkları, artan üşüme hissinin peşi sıra giden gri gölgesi olmuş, her vuruşla toklaşıyordu. “Dalga geçiyorsunuz” dedi gür sesiyle, dükkânın içinde gezen hiç kimse ona dönüp bakmadı. Elleri titreyerek mor saçlarında gezindi. Yan yana ve sıkça dizilmiş raflar tekrar dalgalandılar, ürperen görüntü arkalara kadar uzanıp kayboldu. İnsanlar değil, sadece nesneler dalgalanıyordu. Titreyişine hâkim olmayan Nesrin çıkışa yöneldi. Merve ve Alin onu kapıda yakaladılar. Her birinin suratında gezinen duygu başkaydı, birinin suratından diğerine, neredeyse onları sarsarak geçen, elektrikli bakışlarla birbirlerini süzdüler. Yüzlerindeki pırıltılı dalgalar gözlerinin kıyılarına vuruyordu. Tuhaf sorular dudaklarının kenarına gelip oturmuştu.

Dışarı adımlarını atar atmaz Merve “İnsanların gözlerinden melodiler dökülüyordu, gördünüz mü çalan şarkıları”, yarı felçli yüzünden dolayı çarpılmış ağzından çapkın bir gülüş salıp, “Şu kır saçlı yakışıklı vardı ya, gözleriyle ‘Brother Louie’ çalıyordu, eğlenceli bir tipe benziyor, bakışlarına saklı şarkıdan belli”. Alin, Merve sözünü bitirmeden konuşmaya başladı, o arada Nesrin, Merve’nin sarsılıp sarsılmadığını soruyordu.

“Kızlarrr, o dükkânda garip bir şey var. İnsanların durduk yere parçalarına ayrılıp tekrar birleşmeleri normal değil. Fırtınada dağılan kumlar gibi parçacıkları uçuşan insanlar, bir başka tezgâhın önünde üst üste yığılıp tekrar vücut buluyorlardı ya. Dikkat ettiyseniz, her dağılıp birleşmenin sonunda elbiselerinin rengi değişiyordu” dedi Alin. Anca kalçasının yuvarlarını kapatacak denli kısa eteğini üç kez düzeltti, beyhude şekilde çekiştirilen etek sanki biraz daha yukarı kaymıştı.

Merve, insanlar hariç her şeyin dalgalanıp durmasından bahis açsa da bu tartışma pek uzun sürmedi. Tüm gizemi aniden çözmüşlerdi. Tek bir kelime söyleyen Alin, onlara gerçeği göstermişti.

* * *

Mahir etrafına baktı, kimsecikler yoktu. Parkta tek başına oturmakta olduğu, ağaç gölgesi altındaki banka iyice yayıldı. Sigarasını iki eliyle gizleyerek yaktı, kaçamak bir duman savurdu, sonra sigarayı filtresinin ucundan baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırarak, yanan tarafını ve gövdesini diğer parmaklarını kıvırarak avucunun içine sakladı. Ara sıra sigaradan derin bir nefes çekip, demin dükkânda gördüğü mor saçlı hayaleti düşündü. Sarsılmıştı.

Heyecanla, korku arası, birazda hayranlık ve cinsel çekim içeren duygu selinin içine kendini bıraktı. Tüm her şey anın içine sıkışmış kalmıştı ama o kız titreşerek raflar arasında geziyordu. Kır saçlarını, yumuşak gümişi renkte parlatan güneşe doğru gözlerini kaldırıp, hızla geri indirdi. Güçlü ışınlara karşı meydan okuması, içinde kaynaşan duyguları sıraya koyma umuduyla yapılmış çocukça bir hareketti. Gözlerini indirmesinin hemen ardından tepesinde iki düzen androidi peyda oldu. Parklarda, hatta kamuya açık alanlar, hatta ve hatta evlerde bile içilmesi yasak olan sigaranın kokusunu bu ücra parkta bile takip edenler vardı demek. Koca şehirde belirlenen, kamu malı olmak kaydıyla, yalnız üç noktada sigara içilebiliyordu.

Mahir yediği 40.000 rand cezanın yanı sıra, ensesinden onu kedi yavrusu gibi tutmuş droidlerce, bu noktalardan birine transfer edilmesine göz yummak zorunda kalmıştı. Dalgalanan mor saçları hayal etti tekrar. Sanki yosun kokuyordu, yoksa kokan denize batırılmış ince kaşlar mıydı? Biraz daha kalmaya cesaret edebilse…

Borcia Tahant, fırça gibi kalın kaşları ve kaba alın çıkıntısıyla insanlara itici gelen tiplerdendi. Yılların siber güzellikçisi gözlerini kısıp çalışmaktan hafif çekik gözlere sahip olmuştu. Belki de gözlerinin uçlarındaki derin kırışık olukları onu öyle gösteriyordu. Altmış yaşını çoktan devirmiş, karısını beş yıl önce kaybetmişti. Sağlam vücudunu her gün yaptığı spora borçlu olduğunu düşünürdü. Biraz kendini beğenmiş, biraz da titizdi, her kendini seven insan gibi alışkanlıklarına önem verir, akşamları iki kadeh konyak parlatıp, kalınca sarılmış sigarillosunu tüttürmeden yatağa girmezdi. Sırf bu zevkinden kalmamak için, kamu sigara spotunun yanından ev satın almıştı. Konyakları yuvarlayıp, röpteşambırının önünü bağlar, hemen komşuluğunda bulunduğu dev binanın üç katmanlı kapısından içeri girerdi. Sigara dumanının damçası bile, bu kara plakalarla çirkince kaplanmış binanın çeperlerinden çıkamazdı.

Mahir getirilip önüne konduğunda onu hemen hatırladı, yakışıklıları kolay kolay unutmazdı. Bugün uğradığı uğultulu koku dükkanındaydı bu herif. Hani; kalçalarını kapatmayan eteği, renkten renge giren suratıyla, uğultular çıkararak, raflar , tezgahlar arasında dolanıp, koku saçan kızın peşinde olduğu. Uğultulu koku dükkanının sattığı kokuları, taa evinizin penceresine kadar taşıyan kızlar bu ara pek moda idi. Pencereden bakarken, baharda açmış taze papatya yumuşaklığındaki dudakların sizi öpmesi de mümkündü, tabii üç milyon rand karşılığında. Pencereni açıyorsun ve papatyalar seni dudaklarından öpüyor, komşu bahçenin ağacı yumuşak, yeni sürgün vermiş dallarıyla seni kollarına alıyor, uğultulu koku dükkanındaki dolgun kalçalı kız, başının üzerinden yüzüne mis kokular üflüyor.

Remi, içini titreterek, dalga dalga yayılan sigara dumanının şarkısını dinledi ‘Issızlığın ortasında/Ateş ve duman/Hain düşman’. Çarpılmış ağzın hafif tıslamalı görüntüsü, mavimsi pembe kelimelerle konuşan, kıvrılıp, bükülen o güzel dudaklar. Göğüslerinin hafifçe sızladığını hissetti, göğsünün ortasından doğup kasıklarına inen şiddetli ürperiş ve sıcaklıkla hatırası taçlandı. Onu istiyordu, korku dükkânındaki vitrinlerin titreşim melodilerine sıkışıp kalmış, o güzel kızı istiyordu. Kendi dişiliği içinde onu yakıp kül etmek, esrikliğin deli dağlarında gezdirmek istiyordu. Zevk ve istençle sigarasından dumanı emdi, ağzına dolan dumanı diliyle yoklayıp, yaladı. İçinden yükselen haykırma isteğini bastırıp, ağzındaki yumuşak, aynı zamanda acıtan şeyi yuttu. Ağzını açtığında, yalnız burun deliklerinden iki küçük duman halkası çıktı. Olgun Remi, dolgun göğüslü, renkli ve bukle bukle saçları omuzlarına dökülen alımlı bir kadındı. Sevilmek isteyen, seveni seven. Elini boşluğa uzattı, kulaklarında uğuldayıp, gözünün önünde raks eden şarkının son melodisini yakalamak istiyordu.

Mahir, Borcia ve Remi aynı anda ayaklandıkları için karşı karşıya kaldılar. Haaa eveeet, dükkân, o meşum dükkândan biliyorlardı birbirlerini. Mahir tek bir kelime söyledi ve üçü birden duruma ayıktı.

* * *

Yüce Valor, kutsal öğretmen, kızgınlıkla şarkısını söyledi, hiddetiyle kokuttuğu sınıfı bakışlarıyla bi güzel haşladı. Gözünden çıkan acı çığlıklı melodiler, öğrencilerin ciltlerine temas ettikçe kötü kokuya karışan, uzun korku helezonları yükseliyordu. Tüm sınıf dediğin üç Vart, bir Runl, bir tane de Tehle’den ibaretti. Nerde kalmıştı o eski üç milyonluk sınıflar. Yaş halkası arttıkça ders verdiği öğrenci sayısını azaltmışlardı.

Yüce Valor, bireylerden asıl bunun hıncını çıkarıyordu. Yeni keşfedilen dünya gezegeninin, duygusal ehlileştirmesi için görev ordusuna birey yetiştiren okulun 93. seviye öğretmeni Valor; dumansı dokulu on üç parmak uzantısını havada süzülen şekilsiz hücre bloklarına uzattı. Yarı dumansı, yarı sıvı ve çok az katı parçalar içeren birey bütünlükleri ürküp, dalgalanarak kaçıştılar. Gerçekliklerinde meydana gelen dalgalanma hiç hoşlarına gitmemişti. Kaba fiziki temas anca az gelişmiş dünyamsı gezegenlerde olabilirdi, evrimin zirvesindeki TANTAN’da bu türden zorbaca duyumlar çoktan unutulmuştu. Ancak Valor gibi yaş halkası bini geçmişler kaba, saba fizik temas dilinden konuşurdu. Sınıf topluca üst makama şikâyet kokusu yollayıverdi, altı pırtlakta. Sıradan bir simülasyon dersinde maruz kaldıkları tacizden gerekirse tüm kurumu haberdar edeceklerdi. Simülasyonda, Tantan gerçekliğinden ayrılıp, tamamen dünyalı gibi düşünerek, hareket etmelerini beklemek insafsızlıktı.

Faruk Korkmaz

Sıradan hayatıma dair anlatacak çok bir şey yok, fakat kafamın içinde nefes alan, yüreği fırtınalarla çarpılan hayali evrene dair çok şey var. İşte bende okuyan, yazan, merak eden, en önemlisi hayal kuran bir fani olarak aranızda yaşayıp gidiyorum.