Öykü

Tanrılar Ne Düşler

Armut Şirket CEO’su Kas, 999 katından ki ofisinde, iri kaşını çatmış, beynine yollanan sinyalle huzursuzca homurdandı.

“İsmi neymiş bu hergelenin?” dedi.

“Efendim, isminin MONİ; Ay Tanrı’sı olduğunu iddia ediyor.”

Kas bıkmıştı bu tanrılardan. Geçen sefer Şiir Tanrı’sı; BRAĞİ gelmiş, iri kıllı yumruğunu masaya vurarak daha piyasaya sürülmemiş NanoTell 999s istemişti. Tabiki Kas sinirlenmişti. “Efendim beni anlamıyorsunuz, şirket politikamız ürünümüzün piyasaya çıkmadan önce hiçkimse için satılmaz diyor. Her ne kadar… Tanrı olsanız da!”

Tabi, şimdilik çatık kaşlarını kaşırken bu söylediklerinden pişmandı. Tanrı BRAĞİ’den beklenmedik tokatla kafasının kendi ekseni etrafında dönmüştü. Bu tokat, barbarların naraların eşliğinde attığı tokatlarından uzaktan yakından alakası yoktu. Daha çok Ortaçağ Avrupa’sında eğitim almış utangaç bir Leydi’nin, sevgilisine attığı mendil gibiydi. O yüzden suratına doğru süzülen tokatta sırıtarak karşılık veren Kas, yüzüne çarpan şeyin tokat değil gökyüzünü yaran şimşek sanmıştı ve bunda dehşet haklıydı.

Kas “Senin tanrı olduğunu nereden bileyim?” diye sormuştu tanrı BRAĞİ’ye. NanoTell 999s’in parasını vermek istemeyen bir üçkâğıtçı sanmıştı ancak yanılmıştı. Çünkü BRAĞİ ondan daha beterdi. Karşısında oturmuş olan adam ya da Tanrı, sorduğu soruya cevap verirken Kas’ın android karısından daha geveze çıkmıştı…

…BRAĞİ, tanrıların varlığını Bing Bang’dan tut Qantum teorisine kadar en ince ayrıntıya kadar anlatmıştı. Anlattıkları birçok filozofun, fizikçilerin ve Biz Her Şeyi Biliriz Derneğinin başkanı evrim geçirmeye inatla direnen şempanzenin bile ağzını acık bırakacak, nihai soruyu cevaplayacak kadar önemliyken, Kas’ın yaptığı tek şey kafa sallayıp burnunu karıştırmaktı.

Düşüncelerinden silkelenen Kas, “Tamam, içeri sokabilirsin” dedi istemeyerek.

Kas, kemikli poposunu yutan koltuğa bıraktı kendisini ve gözlerini kısarak altın işlemeli büyük kapıya çevirdi. 23. yy. değersiz bir madendi işte. Artık her şeyin Neİstersin Maddesiyle Üç boyutlu makineler tarafından yapılıyordu… Nesli tükenmiş bir parça mamut buttu, elmastan araba, büyük bir ev, hava atacağınız görkemli kütüphaneler vs. gibi şeyleri azıcık Neİstersin Maddesini, Üç boyutlu makineye koyarak düğmeye basmak ve ellerinizi cebinize koyup zamanla dalga geçmenizden başka bir şey yapmanız gerekmiyor.

Neİstersin Maddesinin insanın yaşam amacını körelttiğini savunan Hippiler gibi o da Neİstersin Maddesine karşıydı. Gel gör ki sokakta bir Hippi görse, elini karnına koyup yanakları ağrına kadar gülerdi. Ancak bunu kendisine söylediğinizde oyuncak ayısının aptal olduğunu söylemişsiniz gibi sinirlenirdi. Ardından, dünyadaki tüm kelimeleri ve heceleri bir araya toplasanız bu kadar çok küfrün bir arada olduğunun şokuyla, üstünüze yağan küfürlerden kurtulmak için ya yanınızda Zaman’ın Canı Cehenneme –çok pahalıdır- hapıyla, beyin fonksiyonlarınızı durdurup bir haftanın geçmesini bekleyerek kurtulabilirsiniz. Ya da elinizde tuttuğunuz alışveriş poşetin içindeki soda şişesini kırıp bileklerinizi yarasınız. Eğer ikisi de yoksa ODİN yardımcınız olsun…

Altın Kapı, Steven Spielberg’in kıskançlıktan sırtını dönüp ağlamasını sağlayacak şekilde dramatikçe açıldı. İçeriye dolan ay ışıkları Kas’ın aptal suratını aydınlattı. Yumuşak sis tabakasını yaran gölge, bir adım öne çıktı. Adamın boyu iki metreydi, kızıl saçları, kızıl sakalı, ay gibi yuvarlak suratı ve buz mavisi keskin bakışlara sahipti. Ancak şişko bedenine soktuğu dar tunik fazla bira içmekten çıkan göbeğini ortaya çıkartıyordu. Kas, 23. yy modasına meydan okuyan adamı… Tanrı’yı tebrik etmek istedi. Çünkü artık moda denen bir şey kalmamıştı, dışarıda çıplak gezen bir sürü aptal ve onlardan daha aptal diğer insanların giydikleri şeyleri aklına getirince midesi bulandı…

Tanrı kibirli kısık gözlerini bir böceğe çevirir gibi baktı Kas’a. Kas, bir an kendini çıplak hissetse de uçup kaçmaya çalışan soğukkanlılığını kanatlarından yakalayıp kaçmasına izin vermedi.

Tanrı kısık mavi gözlerini Kas’tan ayırıp Roma sütunlarıyla döşenmiş oval odayı dikizledi. Savaş Resmi tavanı süslüyor, binlerce kelebeğin kanatlarıyla yapılmıştı avize etrafı kızıl renkle donatıyordu. Balina derisinden yapılmış koltuklar parlıyor ve odanın duvarını süsleyen Pangolin pulları göz kamaştırıyordu.

Tanrı “mimari yapı çok güzel olmuş” dedi Kas’a. “Mimarın telefon numarasını almak isterim. Bizim Aasgard’ın modası eskidi de.

“Tanrı…”

MONİ; Ay Tanrısı” dedi Tanrı, Julia Roberts gülüşüyle

Bu jestle gülen birçok adam görmüştü Kas ve hepsi ondan bir şeyler koparmak ve çalmak için gelen adamlardı ki çalmışlardı. Ve karşısında dikilen MONİ’de o gülüş vardı.

Uzun gergin bir sessizlik, aniden elleri dudaklarında belirdi.

MONİ “NanoTell 999s almak için geldim. Doğru yerdeyim değil mi?” dedi,

Kas kontrol edemediği bir sinirle “Evet, ama neden? İki ay önce kendisine Şiir Tanrısı diyen BRAĞİ’de istemişti” dedi karıncalanana yanaklarını okşayarak. “Siz Tanrı değil misiniz? Neden bir insanın teknolojisi istiyorsunuz ki”

Ayakta öylece dikilen MONİ, masa başındaki panda derisi –Hayvan Hakları Federasyonu’nun izniyle Neİstersin Maddesiyle üretildi. Yani etrafı yaygarayı vermeye kalkışmayın- koltuğa baktı. Kas’a “oturabilir miyim?” dedi.

“Elbette”

Şimdi sana nedenini anlatacağım ancak siz insanların yaptığı Türk kahvesi alabilir miyim?” Kas, gayet medenice konuşan Tanrı’ya baktı, sohbetin sonunda bir tokat olmayacağı düşüncesiyle gülümsedi. Beyninden yolladığı sinyal dalgalarıyla, NanoTell’e bağlandı. Oda servisine “bize iki Türk kahvesi” dedi teknolojisinden gurur duyarak.

NanoTell’in çalışma prensibi basitti; beş duyu organları kontrol eden sinir sisteminize yerleştirilen Nano robotlar sayesinde, NanoTell’le yönlendirilen herhangi frekans sinyallerini araç olmadan görüntü, ses, doku ve tada dönüştürülebiliyordu…

Türk kahvesinden köpürerek içen MONİ suratına kelebek konmuş çocuk gibi mutlulukla gevşedi. Ve anlatmaya başladı. “Biz Tanrılar, istediğimiz zaman birbirimizle telepati yoluyla iletişim kurduğumuzda ortaya bir enerji çıkar. Bu enerjinin paralel evrende gedik açtığını çok sonradan öğrendik. Ve bu yırtıklar sonucu gezegenler, galaksiler ve daha birçok şey yok olmuştu. Bunu öğrendiğimizde birbirimizi suçlar olduk.” Dedi hızlıca.

Askard’a fitne ateşi düşmüştü.” MONİ’nin sözleri elleri ceplerinde ıslık çalarak Kas’ın kulağına girdi ve beynin olması gereken yerde iki maymunun taş, kes, makas oynadığını gördüğünde ilgisizce diğer kulaktan dışarı süzüldü.

Kas “bu kötü olmuş.” Dedi Tanrı’ya. Ki yalandı. Bu basmakalıp cümlelerin bilmem kaç dizi ya da filmde rastladığını –kitap değil- hatırlayamıyordu ancak kafasının içinde uğuldayan maymun seslerinin “fitneeeeee, fitneeeee” diyerek cıyakladığını duydu. Kas bunlara alışıktı.

MONİ “Devleri yendikten, birçok yaratığın çirkin suratını bedeninden ayırdıktan ve insanların bizim hakkımızda destan anlatsın diye birbirimizin kanlarını şarap niyetine içtiğimizde mutluyduk!” dedi kükremeye benzer sesiyle “Sonra… Aramızda kalsın ODİN çıkıp ‘Savaşma Sarıl’ diye saçma sapan bir şey başlattı. Sonra nemi oldu olan şuydu; barışçıl huzurlu ve sıkıcı kişiler olup çıktık. Savaşın heyecanından yoksun, zaferlerimizin sönük şarkılarının gölgesinde, moruklar gibi birbirimize hikâye anlatır olduk. Bazen sizi kıskanıyorum birbirinizin üstüne füze yollarken hani… Bir keresinde koca kıllı bir devi THOR’la birlikte öldürmüştük…

Rotasından sapmış uçak gibiydi MONİ, konudan konuya atlıyor, tarihi psikoloji ve felsefi hikâyeler anlatıyordu. Aradan geçen zaman; 1,6 milyar yıl uzaklıktaki ki bir medeniyetin doğuşuyla batışını bitmesi kadar sürmüştü; yani iki saat.

Kas’ın sert uzun suratı ilgili gibi görünmekten isyan edip ayak ayaküstüne atıp gevşedi. Birleşik kaşlarını Tower Bride 1 köprüsü gibi yukarı kaldırırken, gözleri esneyerek göz kapaklarını üzerine çekip MONİ’nin öykülerine lanet ederek uykuya daldı.

Seni sıkıyor muyum?” dedi bir ses.

KAS, ölçülebilen en kısa zaman olan Attosaniye’yi keşfeden Ahmet Zewai mezarında çığlık attıracak cinsten uyandı.

seni sıkıyor muyum?” dedi tekrar. Ancak bu sefer ses demiri döven örs gibi sert çıkmıştı.

Kas, gözlerini ovalayarak “yo hayır, sen trajedini anlatmaya devam et” dedi ilgisizce.

MONİ’nin susamış olacak ki konuya geri döndü “Tanrılar birbirlerine sırtını dönüp asık suratlarına gömülmüşlerdi. Aradan biraz zaman geçtiğinde, bir gece Asgard’da kıkırdamalar duymuştum. Bu kıkırdamaları bir yerden tanıdığımı fark edip sesin geldiği yere doğru gittim. Ulu ağacın altında uzanmış BRAĞİ yalnız başına konuşurken gördüm.

“Şiir Tanrı’sı” diyerek bildirdi Kas.

Evet, Şiir Tanrı’sının insan teknolojisiyle WhatsApp grubunda konuştuğunu çok sonradan öğrendiğimde onu kenara çekip ‘bu kutsal yeri kirletmene izin vermeyeceğim’ diye bildirmiştim. O ise yüzüme bakıp gülerek benden uzaklaşmıştı. Orada ayakta yüzüme vuran Ay hariç yalnızdım ve aklımı kurcalayan tek şey yanımda giden BRAĞİN mutlu yüzüydü. Teknoloji onu bir şekilde mutlu ediyordu. Bir gün bu icadı merak edip, hani kaslı uzaylıların olduğu kasım ayı kataloglarınıza baktığımda ne yalan söyleyeyim hayran kalmıştım. Ve işte karşındayım. Dinliyor musun?

Dinlemiyordu.

Kas, esnerken kendisine bakan MONİ’ye yakalandı. Hazırda bekleyen kan hücreleri mikropları öldürmek için kullandıkları parlak kılıçlarını kılıflarından çekip, yanaklarına saldırdılar. Utanmaktan kızaran yüzünü eliyle örterek “evet, anlıyorum” diye yalan söyledi.

Silkinerek kendine geldi ve suratını tüccarlar gibi şeytanca bir gülümseme kondurdu. “Elimizde ki en iyi NanoTell, BRAĞİ verdiğim 999s’di. Birçok uygulamanın yanı sıra sizin şu Asgard’an bile çekebilecek Wi-Fi mesafesi bile var. Dördüncü boyut silme özelliğiyle sevgiline attığını sandığın mesajı karına atınca hiç telaşlanmadan zamanı büküp sorunu kökten halledebilirsin. Anlarsın ya…”

Anlamıyordu ki ay gibi yuvarlak suratında nasıl olup çukura girmiş keskin mavi gözlerin bu kadar etkili olduğunu düşündü Kas. Bu bakışlar, ezberlediği sözlerin hafızasından silip, ses tellerinden çıkan kelimeleri cacık gibi birbirine karıştırmasına yetmişti.

MONİ keskin bakışlarını uzak bir medeniyetin yaptığı kol saati kaydıktan sonra ayağa kalktı. “Şu NanoTell 999s ver artık. ODİN’le randevum var… Az kalsın unutuyordum bide şu mimarın telefonun numarasını versen hiç fena olmaz hani.” Dedi, gök gürültüsüne benzeyen sesiyle

Bu ani çıkıştan dolayı Kas, Küfrederek ayağa kalkıp günün bitmesi için içinden dua etti.

MONİ “Duan kabul edilecek insan, NanoTell’i verdiğinde” dedi.

Kas tekrar irkildi. Şok olmuş beynindeki maymunların çığlık atarak tepindiğini hisseti. İşin ucunda tokadın olmasını istemeyen Kas, Direk stajyeri arayıp bir NanoTell 999 ve lanet mimarın telefon numarasını bulup getirmesini istedi.

Kas Stajyerleri severdi, gün boyu azıcık Neİstersin Maddesiyle çalıştırabileceğiniz elektrikli koyun gibiydiler. Ancak odaya giren stajyeri gördüğü an aklındaki tüm stajyer sevgisini bir kenara tekmeleyerek gözlerini dramatik bir şekilde kısıp, nefret dolu bakışlarını yönetti.

Stajyer, Kas’ın bu kadar nefretini uyandıracak ne yaptığını gece gündüz kendine soran bir delikanlıydı… Kas’a soracak olsanız size “neden bahsediyorsun …” diyerek noktalı yerleri hiç bilmediğiniz ve öğrenmek istemediğiniz küfürlerle doldururdu.

Stajyerin getirdiği NanoTell’i kulaklarından içeri sokmasını söyledi Kas MONİ’ye. MONİ denileni yaptı. Vücudunu saran bir titremeden sonra yüzüne yayılan bir gülümseme belirdi. “Güzel icatmış” dedi… Stajyerde bu arada sıvıştı ve normalde idari işleme eğitimi alacakken beş çayının altını açmaya gitti.

Kas gözlerini tekrar MONİ’ye çevirdi. Ve kapıya doğru yönelen MONİ’ye “Kullanma kılavuzu istersen…” dedi ancak altın kapıyı açıp giden MONİ, ne bir hoşça kal dedi, ne de NanoTell’in 999s’nin ücretini ödedi.

“Cimri herif ne olacak!” Kas kafasını kaşırken MONİ’den kurtulduğu için kendisine sevinme hakkı tanıdı.

MONİ’nin gitmesinden bir hafta sonra Kas, ofisinde yeni dilde küfürler keşfetmeye adamıştı ki altın kapı hiç olmadığı kadar çığlık atarak sonuna kadar açıldı. Kas yerinden hoplarken, bir küfür hariç aklındaki tüm küfürleri maymunlar tarafından yenildi.

İçeri giren Tanrıların Tanrısı ODİN’di. Siyah cübbesine bürünmüş, yanında taşıdığı mızrak ve etrafında uçuşan iki kuzgunun yokluğuyla kendisine doğru yürüyordu. Ancak Kas bu gelenin ODİN kendisi olduğundan habersiz birleşik kaşlarını yay gibi gerdi, aklında bulunan tek değerli küfrü ağzında yuvarladı ve saldırmaya hazır olduğunda “defol, O… Çocuğu” ve sözlerini kesen ıslık, rutubetli odadaki az sayıda rüzgârın canına kıyarak Kas’ın suratına indi. Bu seferki tokadın Leydilere yakışan bir yanı yoktu, bu seferki tokat, ünlü Osmanlı tokattaydı.

…Vikingler, Valhallan’ın geniş odasında salon futbollu oynuyorlardı. Kırmızı ve siyah formalı sakallı iri adamlar, karşılıklı tribünlerden birbirlerine yüksek seste iltifat ediyorlar çiçek atıyorlardı. Valhalla’da kimse şiddette meyletmezdi.

MONİ, Valhalla’nın ayrıldı. Bir kuşun kanadı kadar mutlu ve hafif hissediyordu kendisini. Aklını başından alan mesaja odaklandı ve suratına koca bir gülümseme kondu… Tüm stajyerler gibi Kas’ın stajyeri de bir aptaldı. Yanlışlıkla mimarın telefon numarası yerine Felsefe Taşıyla diriltilmiş Michael Jackson’ın telefon numarasını vermişti.

Ancak MONİ, ne Michael Jackson’ın Felsefe Taşıyla diriltildiğinden ne de dünyanın en çirkin “Erkeği” seçildiğinden habersiz WhatsApp’tan Michael Jackson’la flört ediyordu…

1 Birleşik Krallığı’n Londra şehrinde Thames Nehri üzerinde yer alan iki katlı bir açılır kapanır köprüdür.

Tanrılar Ne Düşler” için 5 Yorum Var

  1. Hahaha, seçkiye hoş geldiniz 😀 Hayatımda okuduğum en saçma öyküydü sanırım, tebrik ederim (Bu bir iltifat, sonra yanlış anlaşılmasın hani). Bu arada bu ay seçkiyi Bilim Kurgucular basmış sanırım, olsun ziyanı yok. İşleyişi, okuyucuyla konuşmanızı, ve anlatımınızı çok sevdim. Metnin tekrar bir gözden geçirilmeye ihtiyacı var yalnız. Gelecek seçkilerde de okumak isterim sizi. Kaleminize sağlık 🙂

    1. Yorumunuz için teşekkürler. Sanırım Douglas Adams ve Terry Pratchett hayranlığım kalemime yansıdı… ve evet, öykümü sonradan tekrar okuyunca bir kaç hatanın suratıma sırıttığını fark ettim. Gelecek seçkide görüşürüz.

  2. Merhaba;
    Seçkiye hoş geldiniz ve yazmaya devam edin lütfen. Çok eğlendim öykünüzü okurken. Absürdizmin tavan yaptığı bir öyküydü, benzetmeler dehşetti 🙂 Osman Eliuz’a katılıyorum; bir tekrar okuması gerekli.
    Kaleminize kuvvet.

    1. Yorumunuz için teşekkürler.
      Douglas Adams okuduğumda bende böyle bir şey yazmalıyım diyerek bu yola çıktım ve sizlerin öykümü beğendiğinizi görmek beni açıkçası mutlu etti.☺

  3. Merhaba,
    Harika bir öykü olmuş. Absürd öyküler okumaya BAYILIYORUM. Cidden, kesinlikle bir yazarın yaratıcılığının zirvesi! Maalesef benim pek başaramadığım bir konu, o yüzden kıskanmadım değil. 🙂
    Kaleminize kuvvet. Gelecek seçkilerde sizden öyküler ‘kesinlikle’ okumak isterim. Görüşmek üzere.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *