Öykü

Salih

Onu bir akşamüstü, okuldan sonra mahallenin boş arkasında yaptığımız çift kale maçtan dönerken ara sokaklardan birinin kenarında bulduk. Yerde tek başına, sanki en ağır darbeyi hayattan almış gibi, yardım istemeye bile mecali kalmamış gibi yatıyordu. Aldık, çevirdik. Osman,

“Bu bir yarasa!” diye heyecanla bağırdı.

“Eee, ne olmuş! Ne var ki bu kadar heyecanlanacak.”

“Ne bileyim daha önce hiç yarasa görmedim de.”

Eve götürdük. Bir süre onunla ne yapabileceğimizi düşündük, hayvan tedavi etmeyi bilmiyorduk, hele yarasa tedavi etmek, üç liseli çocuk olarak şimdiye kadar kazanma şansını bulamadığımız bir tecrübeydi, tek tesellimiz onu vefat etmeden bulmuş olmamızdı. Bir veteriner müdahalesi için hâlâ vakit vardı, elbette onu bir veterinere götürecektik, veteriner onu herhalde iki güne eski hale getirirdi, sonra kim bilir ne kadar para isterdi ama bunu düşünecek halde değildik, yeni dostumuzun sağlığı ve mutluluğu bizim için şimdiden en önemli şeylerden biri olmuştu. Sabah kadar yarasayı bir şekilde idare etmek zorundaydık. Onu varlığına en fazla heyecanlanan Osman’ın evinde beslemeye karar verdik.

Osman’ın odasındaydık, üçümüz masanın üzerindeki abajurun etrafında, altında yarasa olduğu halde sanki sorgu odasındaymış gibi toplanmış yarasayı inceliyorduk. Onu kalemlerle dürtüyor, sağını solunu çekiştiriyor, eviriyor, çeviriyorduk. Yarı baygın görünüyordu. Gözleri kapalı, arada bir açılıyor, zaman zaman hareketsiz zaman zaman hafif çırpınışlarla ileri geri gidiyor, sanki hasta kalmak ile iyileşmek arasında kararsızmış gibi görünüyordu.

“Nesi var ki bunun?”

“Ne bileyim yarasa uzmanı mıyım ben? Midesini üşütmüştür.”

“Yarasada mide mi olur?”

“Ya ne olur?”

Alper kanatlarını iki yandan tutup çekiştirmeye başladı.

“Amma güzel kanatları varmış be!”

“Çekmesene lan kanadını, koparacaksın!” diye bağırdı Osman.

“Bir şey olmaz!”

Şimdi de kendi aralarında kavgaya tutuşmuşlardı. Yarasanın kanatları da kavgaya değerdi doğrusu. İncecik parmaklar arasında tüllü perdeler gibi gerilen yumuşacık bir şey. İnsan dokunmaya çekiniyor sanki parmağı değse yırtılacakmış gibi.

“Adı ne olsun sizce?” diye sordum biraz da kavgayı sonlandırmak için.

Alper şöyle bir gerinerek “Morticia olsun,” dedi.

“Saçmalama be, öyle isim mi olur? Çocuk kitaplarındaki gibi.”

“Nesi var bu adın? Olmadı Draconia falan koyarız.”

“Beğenmedim.”

“Sen neyi beğeniyorsun ki zaten.”

“Senin önerin yok mu Osman?” dedim, yeni bir kavgayı durdurma çabasıyla. Osman yarasaya şöyle bir baktı baktı, sonunda,

“Adı Salih olsun,” dedi.

Kahkahadan yerlere yattık.

“Salih ne alaka be.”

“Bizim Salih’e benziyor.”

“Hangi Salih?”

“Hani ilkokulda Yamuk Salih vardı ya, 10 kilo bir şeydi, teneffüste sürekli defterimize abuk subuk şeyler çizerdi, kafamıza top atardı, bir gün Serkanlarla toplanıp onu çöp kutusuna atmıştık, çöpten kafasında cips paketleriyle çıkıp “Adiler! Göstereceğim size gününüzü!” diye bas bas bağırıyordu, videosu da var.”

“Ha o Salih, doğru ya!”

Bir daha baktım. Yarasa, gözlerden çeneye dar bir üçgen halinde inen suratı, bu üçgenin üzerinde bön bön bakan küçücük yuvarlak gözleri, yandan kepçe gibi çıkan iki kulağıyla tıpkı bizim Yamuk Salih’in küçük bir kopyası gibiydi.

Ondan sonra ne olduysa oldu, bilinçlerimiz itirazını cılız seslerle sürdürse bile bilinçaltlarımız ittifakla yarasaya en uygun adın Salih olduğuna karar vermiş olmalı ki yarasayı aramızda bunun için özel anlaşmaya gerek duymadan Salih diye çağırır olduk. Salih aşağı, Salih yukarı.

Veteriner onun ciğerlerinden kim bilir hangi sebeple bir hastalık geçiriyor olabileceğine karar verdi, bütçemizi epey zorlayan ilaçlar sattı, bu ilaçların günde kaç kez, ne kadar ve ne zaman verileceğini uzun uzun anlattı, “Sıcak bir yerde dinlendirin, cereyanda bırakmayın,” dedi ve bizi gönderdi. Şimdiye kadar yüzde doksan ağırlıkla kedi, köpek tedavi etmiş veterinerin herhalde ilk yarasa tecrübesiydi, belki yanlış tedavi uyguluyordu ama denemekten ne çıkardı?

Yarasaya ilaç verip iyileşmesini beklediğimiz günler içinde Salih aklımızdan bir saniye çıkmadı. Okulda sürekli onu konuşuyor, okul biter bitmez hemen Salih’in yanına koşuyorduk. Osman onu okula getirmek istedi ama veterinerin “Onu sıcak yerde dinlendirin,” sözü aklımızdan hiç çıkmıyordu, aksi gibi okul da kalorifer kazanındaki bir arıza yüzünden buz gibiydi, sınıfta paltolarla tir tir titreyerek oturuyorduk. Okuldayken annesi Salih’i bulacak da dışarı atacak diye Osman’ın ödü kopuyordu. Onu giysi dolabının yanındaki boşlukta saklamış, önüne de bilgisayar masasının sandalyesini çekmiştik, annesi girip odasını toplamaya gerek duymasın diye Osman her gün okula gitmeden önce odasını toplar olmuştu, herhalde Emine teyze oğlunun artık düzenli tertipli bir çocuk olmaya karar vermesinden ötürü ne sevinçliydi. Yarasa neyle beslenir diye uzun uzun araştırmış, sonunda önüne çeşitli sinekler ve diğer böcekler, ayrıca meyve sebze derken bulabildiğimiz her şeyi koymuştuk, Alper’in “Yarasalar kanla besleniyormuş oğlum duymadınız mı, haydi ona kan bulalım,” sözlerini duymazlıktan geliyorduk. Alper yarasaya bizden farklı bir ilgi gösteriyor, onun kanatlarını açıp sağdan soldan önden arkadan binlerce fotoğraflarını çekiyor, sonra sosyal medya için kendi yamuk duruşlu artist bakışlı fotoğraflarının arkasına Photoshop’la mavi siyah ağırlıklı bir renk skalasında koyduğu dolunay, sıra dağlar, mezar taşı, tarihi bina, şato, kuru ağaçlar gibi nesnelere Salih’i de ekliyordu. Salih böylece neşe kaynağımız olmasının yanı sıra modellik de yapmaya başlamıştı.

Sonunda çabalarımız meyvesini vermeye başladı, Salih yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Hareketleri canlanmış, odada şuradan şuraya gezinir olmuştu ama tam gaz yaşam enerjisiyle yüklenmiş bir yarasanın canlılığından onda henüz eser yoktu ama olsun umudumuz vardı, Salih iyileşecek, bizimle istediğimiz, istediği her yere uçacaktı.

Ne var ki hayallerimizin doruğunda gezerken, sanki hayat, yolculuğu sırasında belli noktalarda aksiliklerin işaret feneri gibi dikildiğini bize hatırlatmak istermiş gibi, beklediğimiz felaket gerçekleşti, okuldan döndüğümüz bir gün Emine teyzeyi Salih’in ensesinden tutmuş onu pencereden aşağı atmaya hazırlanırken gördük.

“Anne dur yapma!” diye bağırdı Osman.

“Nedir bu Osman? Odanda bulduğum bu şey ne? Yarasa mı?”

“Anne ne olur atma onu!”

“Attım bile. Ben evimde böyle şeyler istemiyorum.”

Emine teyzenin Salih’i bırakmasıyla bizim çığlıklar içinde onu yakalamaya koşturmamız bir oldu. Salih boşluğa yuvarlandı, sonra kendini toparladı, kanatlarını çırparak bir pencerenin pervazına yarım yamalak kondu, sonra oradan düştü, Alper onu yakaladı, yarasa iki ellerinin arasında Alper’e bir süre baktı, sonra bir ağaca uçtu, sonra sanki biri sihirli değnekle onu hokus pokus yok etmiş gibi ortadan kayboldu, bütün akşam aradık ama Salih’i bir türlü bulamadık.

Aradan üç gün geçti geçmedi, gene Osman’ın odasındaydık, bir şeyler atıştırıyorduk, birden dışarıda Salih’i gördüm. Pencerenin önündeki ağacın dallarından birinde baş aşağı tünemiş, galiba uyuyordu, heyecan içinde koşup pencereyi açtım,

“Bakın Salih orada!”

Alper ve Osman da koştular. Küfür kıyamet, “Harbiden de orada lan!” diye bağrışmalarla Salih’i karşıladılar. Salih bunları hiç duymuyormuş gibi derin ve huzurlu bir uykuyla sallanıyordu.

Alper “Salih baksana!” diye seslenmeye başladı.

“Bak deyince bakacak dimi? Canım Alpercim ben de seni çok özledim mi diyecek.”

“Bir sus be!”

Alper masaya dönüp zeytinleri birer birer Salih’e atmaya başladı.

“Uyansana Salih!”

Salih uyandı. Pencereden içeri girdi, zeytinlerin olduğu kâseye kondu, bir süre Alper’e baktı, sonra kâseyi devirerek havalandı ve geldiği gibi pencereden uçtu gitti. Alper de biz de bir süre konuşamadık.

Salih’i o günden sonra bir daha görmedik. Zeytin kâsesini devirerek vedalaşmasını da unutamadık. Hatta bu nedenle Salih’ten bahsetmelerimizde, sesimizdeki coşkuya, kalbimizdeki heyecana, küçük şirin bir varlığa ister istemez duyulan sevgiye, yüzümüzde aniden beliren ve bastıramadığımız bir korku ifadesi de eklendi. Aradan haftalar, aylar geçti, ama ondan bir türlü haber alamıyorduk. Okul bitti, yaz tatili geldi.

Salih’i hâlâ özlüyorduk.

Salih” için 2 Yorum Var

  1. Öncelikle elinize sağlık. Keyifli bir öykü olmuş. Üç liseli gencin, çoğu kişi için tuhaf olarak görülen bir canlıya karşı ilgisini ve heyecanını çok güzel yansıtmışsın. Bir de eski itilip katılan arkadaşlarının adını takma mevzusu tam olmuş. Kafama takılan bir nokta var. Salih ile Alper arasında bir gerilim varmış gibi geldi. Bunu göstermişsin ama biraz daha detaylandırsaydın daha güzel olurdu diye düşünüyorum. Belki de böyle bir amacın yoktu. Ama öykü bende böyle bir izlenim bıraktı. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *