Öykü

Deniz Manzaralı Çatı Katı Daire

Saat geç olmuştu. Okuduğu kitabı işaretleyip kapattı ve sehpanın üzerine, geceyi birlikte geçirdiği boş bira şişelerinin ve izmaritlerle dolu kül tablasının yanına bıraktı.

Hislerine güvenirdi, yine de emin olmak için salonun köşesinde muazzam tik taklar eşliğinde yükselen saate baktı, gecenin ikisini gösteriyordu. Artık herkes uyumuş, derin rüyalara dalmış olmalıydı. Daha geçe kalmasa iyi ederdi.

Sehpanın üzerindeki bira şişelerini cam çöpüne attı. Bir süre elinde kül tablası, düşündü. Şimdi bu külleri ve izmaritleri ayrıştırmak mı gerekiyordu çöp için? Küller organik sayılabilirdi belki, ama izmaritlerin doğada kolay çözünmediği kesindi, o halde organik kısmına değil, genele atmak gerekiyordu. Galiba birayı fazla kaçırmıştı. Oturmuş gecenin ikisinde neler düşünüyordu. Sonunda tablayı çöpe boca edip dişlerini fırçalamak üzere tuvalete geçti.

Son birkaç aydır, birbirine geçişli iki göz oda (birini salon olarak kullanıyordu), salon kısmına açılan küçük bir mutfak ve giriş kapısının yanında, duvara gömülü bir dolaptan bozma gibi duran iki metre karelik tuvaleti olan küçük bir çatı katı dairede yaşıyordu. Çatıda olmasının etkisiyle tavan basıktı. Bazen tüttürdüğü sigaraların dumanında boğulup gidecekmiş gibi hissediyordu. Pencereyi açmazsa göz gözü görmüyordu. Tüm bu sıkıntılarına rağmen neyse ki manzarası güzeldi. Tepelik bir alana inşa edilmiş, on katlı bir binanın çatısındaydı. Önlerindeki binalar eğimde kaldığından manzarayı kapatmıyor, uzaktan da olsa denizi ve adaları görebiliyordu. Büyükşehirde yaşayan biri için büyük lükstü bu.

Dişlerini fırçalamayı bitirmiş, duşa girmişti. Püfür püfür sigara içmeyi seviyor, ama üzerine sinen kokuyla yatağa girmekten hoşlanmıyordu. Biraz takıntılıydı.

Hafta içi çalıştığından, yatmak için bu kadar geçe kalmıyordu. Ama bugün özel bir gündü. Hafta sonu başlangıcıydı, yarına uykusuz kalsa da önemli değildi. Cumartesi dilediği kadar uyuyabilirdi.

Duştan çıkıp yatak odasına geçti, pijamalarını giydi. Artık hazırdı. Yatağa geçmeden önce, duvarda yan yana dizili maskelere baktı. Altlı üstlü iki sıra halinde on maske asılıydı. Hepsi birbirinden farklı, tahtadan oyulmuş maskelerdi bunlar. Göz, dudak ve burun kısımlarında delikler olduğundan yaşları tam olarak anlaşılamayan insanları temsil ediyor gibiydiler. Çocuk da vardı aralarında, yaşlı da, ancak cinsiyetleri de tam belli değildi.

“Bu gece hangisini seçsem…” diye geçirdi aklından. İşte, Cuma gecelerinin en büyük tutkusu buydu. Duvardan seçtiği bir maskeyi takmak ve tam anlamıyla rüyalara dalmak.

Sonunda, ilk sıranın ortalarına doğru, muhtemelen yirmi beşinde birini temsil eden bir maskeyi eline aldı. Yatağa uzandı. Komodinin üzerindeki gece lambasını kapattı. Pencereden şöyle bir dışarı baktı. Lapa lapa kar yağıyordu. Yorganı biraz daha boynuna çekti ve sonra maskeyi taktı. Çok geçmeden uyumuştu.

Gençliğinden beri rüyalara meraklıydı. Sadece kendi rüyalarının arkasındakileri değil, diğer insanların rüyalarını da merak ederdi. Çok yoruluyordu ama en büyük tutkusu lucid dreaming’di. Daha anlaşılır haliyle, rüyaları üzerinde hâkimiyet kurup istediğini yapabilmekle ilgileniyordu. Büyük şehirdeki en büyük sorunu, rüyanın ortasında yan komşunun bağrışları, alt komşunun matkap sesi, yandaki inşaatın gürültüsü ile sürekli uyanmak zorunda kalmasıydı. Neyse ki bu eve taşınmıştı da artık rahatça uyuyabiliyordu. Komşuları sessiz insanlardı ve çatı katındaki en büyük ses, şimdilik, arada bir gelip bağıran martılardı. Ama onlar da bir matkap sesi gibi rahatsız etmiyordu. Bu evin sevdiği diğer yönü ise eşyalı olmasıydı. Henüz kendi evine çıkacak kadar parası olmadığından, sürekli kiralık ev değiştirirken yanında bir yığın eşya taşımak istemiyordu. Eşyalı ev iyiydi. Üstelik güzel de dekore edilmişti. Yatak odasındaki maskelerin sırrını öğrendikten sonra daha da bir keyiflenmişti. Aslında bu sırrın kendi hayal gücünün bir ürünü olduğunu düşünüyor, bununla eğleniyor ancak akıl sağlığından endişe edebileceklerinden kimseye anlamaya yanaşmıyordu.

Bu maskelerden birini takıp rüyaya daldığında, o maskenin kişiliğine bağlı rüyalara dalıyordu aslında. Rüyalar onun değildi, ama bir film izler gibi izliyordu maskesini taktığı kişinin rüyasını. Bazen rüyanın daha da derinlerine nüfuz ediyor, figüran oluyordu. Örneğin bir manav, bir postacı ya da barmen oluyordu. Rüyanın sahibiyle iletişim kurmak, onu tanımak istediğinde bu rollere bürünüyordu.

Böyle rüyalara dalmak onu yoruyordu. Sonuçta bilinci açık kalıyordu bütün gece. Bu yüzden de haftada sadece bir kere, Cuma akşamları bu maceralara dalmaya karar vermişti. Maskeleri takmayı keşfettiğinden beri, yaklaşık iki aydır, her Cuma farklı bir maske takıyordu. Bir keresinde daha önceden taktığı bir maskeyi tekrar takmıştı. Aynı kişinin rüyasına girdiğini hissetmişti. Demek ki her bir maske, farklı bir kişiliğe bağlıydı. Olabilir miydi böyle bir şey?

Bu gece, daha önce takmadığı birini seçmişti. Yeni maske, yeni macera…

Rüya her zamanki gibi başlamıştı. Normal birinin, rutin hayatı gibi, bir markette; ancak ne olduysa, rüyanın sahibi marketten çıktıktan sonra olmaya başladı. Birden bire hava karardı, yağmur yağıp, şimşekler çakmaya başladı. “Acaba bir kâbusa mı düştüm?” diye geçirdi aklından. Heyecanlanmıştı. Bardaktan boşanırcasına yağan o yağmurun altında, sonunda rüyanın sahibi cebinden anahtarlarını çıkartıp, arabasına binmeyi başarmıştı. Artık Amerikan filmlerindeki gibi, iki tarafı orman, kıvrıla kıvrıla giden, hafif sis çökmüş bir yolda, sileceklerin ritmik sesiyle ilerliyorlardı.

Bu rüya biraz canını sıkmıştı. Keşfedecek bir şey yoktu, üstelik çok da karanlıktı. Rüyadan çıkıp gitmek istedi, ama daha önce maske ile yattığı bir rüyayı sonlandırmaya çalışmamıştı. Çıkamıyordu. Çaresiz izlemeye devam etti.

Bir süre sonra karakterimiz arabasını yol kenarına çekti. Burada durmak için bir sebep yoktu. Arabadan inip yürümeye başladı. Yağmur biraz hafiflemişti ama Sevgi bile iliklerine dek o soğuk, nemli havayı hissediyordu. Dakikalar dakikaları kovaladı. Karakterimiz önde, Sevgi arkasında yürüyorlardı. Birden karşılarına, ormanın içinde tahta bir kulübe çıktı ve ne olduysa o anda oldu. Sevgi’nin önünde yürüyen kadın ona döndü. Doğrudan gözlerinin içine baktı. Sevgi’yi görüyordu! “Eve gir” diye buyurdu kadın. O ana kadar kontrolün hep kendisinde olduğunu düşünen Sevgi afallamıştı. Ayakları kendi kendine kulübeye doğru ilerlemeye başlamıştı. Karşı koyamıyordu. Kulübenin kapısına vardı. Tokmağı çevirip içeri girdi. İçerisi sıcaktı. Şöminede ateş yanıyordu. Başındaki sallanan sandalyede ise yaşlıca bir adam oturmuş, elindeki çayı yudumluyordu. İçeri giren Sevgi’ye baktı. Sonra da eliyle, karşısındaki koltuğu işaret etti.

“Yolun sonuna geldin Sevgi. Bunun ötesi yok.” dedi tatlı bir ses tonuyla. Sevgi ise ne olup bittiğini anlamlandırmaya çalışıyordu. Adam devam etti: “Artık sen de koleksiyonuma katacağım maskelerden birisin sadece.”

Sevgi birden bire titremeye başladı. Dört ay önce kiraladığı ev geldi gözünün önüne. Ev sahibi ile doğrudan karşılaşmamıştı, emlakçı hallediyordu tüm işleri ama ev sahibinin mesleğini öğrenmişti: Koleksiyoncu. ‘Ne biçim meslek…’ diye geçirmişti o zaman aklından. Şimdi daha anlamlı geliyordu. Çayından büyük bir yudum alan adam: “Artık tüm hayatın, o içinde yaşamayı çok sevdiğin, kontrol edebildiğin rüyaların olacak. Üstelik arada bir gelip yarattığın dünyayı izleyenler de var. Hayal gücünün sınırı da olmayacak. Daha ne olsun?!” dedi. Sonra elindeki çayı sehpaya bıraktı. Yavaş yavaş Sevgi’ye yaklaşmaya başladı…

Ertesi gün yatak odasının duvarına bir maske daha eklenmişti. Otuz beşinde mi gösteriyordu?

Emlakçıda çalışan Ahmet’ten, Gül Sokak 303 numaralı binanın onuncu katı için zaten hazır olan ilanlardan birini basıp vitrine, diğer ilanların yanına asmasını istediler. Her ihtimale karşı basmadan önce ilanı okuyan Ahmet içinden: “Ne garip” diyordu “bu eve de altı aydan fazla katlanan çıkmadı.” İlanda ise: “Koleksiyoncudan satılık, eşyalı, deniz manzaralı, özellikle sessizliğe ve uykuya düşkün olanlara sessizlik vadeden uygun fiyatlı çatı katı 1+1 daire” yazıyordu.

S. İpek Ortaer Montanari

87 yılında İstanbul’da doğdum. Müzikle, kitaplarla, dostluklarla büyüdüm. Saint Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra İÜ Fransızca Mütercim Tercümanlık bölümünü bitirdim, İsviçre’de Eğitim Teknolojileri alanında mastırımı yaptım; bu süreçte yurtdışına taşındım, evlendim. Şimdiye kadar İthaki Yayınlarından basılan 4 çevirim bulunmakta; çevirmenliğin yanı sıra yazmakla, müzikle ve yeni diller öğrenmekle ilgileniyorum.

Deniz Manzaralı Çatı Katı Daire” için 14 Yorum Var

  1. Merhabalar.

    Aslında siz yazma işiyle profesyonel olarak ilgileniyorsunuz ama yine de naçizane birkaç tespitimi paylaşmak isterim. Niyetiniz bu muydu bilmiyorum ama yazdığınız metin güzel bir gerilim öyküsü olabilir. Ancak, ben bu öyküde asıl vurgunun rüyalarda olmasını beklerdim. Oysa öykünüzde bu bölüm, uzun giriş kısmına nazaran biraz cılız kalmış. Rüya bölümü daha uzun, daha renkli ve hatta daha gerilimli olabilirdi diye düşünüyorum. Nitekim metin ters bir piramit misali sonuna doğru daralmış ve sanki aceleye getirilmiş bir finalle sonlanmış. Daha etkili bir final olabilirdi. Hoşgörünüze sığınarak…

    Elinize sağlık..

    1. Merhabalar,

      Öncelikle zaman ayırıp öykümü okuduğunuz, görüşlerinizi benimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Yazmak, yazdıklarımı paylaşmak hoşuma gidiyor ancak henüz profesyonel olduğumu kesinlikle düşünmüyorum, o yüzden her görüş çok önemli.

      Aslında dediğinizde haklısınız. Sonralara doğru biraz hızlanmış oldum istemeden. Aslında bunu hep yapıyorum, sanki sözü çok uzatmışım, iş öykülükten çıkıyormuş gibi geliyor ve dağılmadan sonlandırayım diyorum. Öte yandan bu öyküyü yazmaya başlarken farkında değildim fakat sonradan gördüm ki biraz nereye çeksem gidecek bir konu bulmuşum. Ama hızlı bitirişlere biraz daha dikkat etmem gerek 🙂

      Teşekkür ediyorum

  2. Merhaba, güzel bir öyküydü. Seçtiğiniz konu merak uyandırıcıydı.
    “Bir süre elinde kül tablası, düşündü. Şimdi bu külleri ve izmaritleri ayrıştırmak mı gerekiyordu çöp için? Küller organik sayılabilirdi belki, ama izmaritlerin doğada kolay çözünmediği kesindi, o halde organik kısmına değil, genele atmak gerekiyordu. Galiba birayı fazla kaçırmıştı.” Buradaki anlatım hoşuma gitti.
    “Çok yoruluyordu ama en büyük tutkusu lucid dreaming’di. Daha anlaşılır haliyle, rüyaları üzerinde hâkimiyet kurup istediğini yapabilmekle ilgileniyordu.” Burada kontrollü rüyayı anlatıma yedirseydiniz daha hoş olurdu sanki, bu şekliyle biraz açıklayıcı bir ifade olmuş.
    Finali başarılı buldum. Rüya sahnelerine daha fazla yer verseydiniz öykü uzardı, sanırım bu uzunluğu yeterli gördünüz. Zira seçilen konu genişlemeye çok müsait. Genel itibariyle hoş bir öyküydü.
    Kaleminize kuvvet.

    1. Merhabalar,

      Öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.

      Aslında siz benden önce Tevfik Bey’e yanıt vermişsiniz 🙂 Biraz da öykü alıp başını gidecek diye korktuğumdan fazla ayrıntıya girmemiştim. Ancak rüyalar ve kalan kısımlar arasında daha dengeli bir öykü oturtabilirmişim.

      Beğendiğinize sevindim.

      Teşekkür ediyorum

  3. Merhabalar. Ben de başlı başına rüya ile ilgili olan bu güzel öyküde rüyalı kısma daha fazla yer verilmesini beklerdim. Ama öyküdeki hayal gücü ve yaratıcılık takdir edilesi. Öykünüzü başarılı bulduğumu söyleyerek elinize sağlık diyorum.

  4. Merhaba
    Çok güzel bir kurgu. Ellerinize sağlık. Heyecanla okudum. Öykü iyice demlendikten sonra tekrar donersiniz belki. Yazar olarak konunun biraz daha zevkini çıkarmalısınız diye düşündüm. Seckiye daha sık yazmanızı beklemek bencilligim mi olur bilemedim. Sevgiler…

    1. Merhabalar,
      İlginiz ve nazik yorumunuz için teşekkür ediyorum. Bakalım kısmet, belki ilerde farklı bir şekilde tekrar karşımıza çıkar öykü 🙂
      Başka öykülerde görüşmek dileğiyle,

  5. Merhabalar, fikir güzel, işleyiş güzel, son daha güzeldi. (: Tebrik ederim. “Geç saatlere kalmak” yerine, “geçe kalmak” gibi kulağıma değişik gelen bir-iki ifade ile “Rüya sahibi” yerine, “Karakterimiz” gibi edilgen aktarıcıdan tanrısal anlatıcıya geçilen ve öykünün bütünlüğünü bozmayan “bence” ufak farklılıklar vardı ama bunlar öykünün çok hoşluğuna hiç gölge düşürmüyor. (: Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle. ^^

    1. Merhabalar,
      Öncelikle ilginiz ve yorumunuz için teşekkür ediyorum. “Geçe kalmak” bir garip olmuş haklısınız, ben de sizin sayenizde fark ettim (üstelik iki kez kullanmışım), bazen bazı kalıplar üstüme yapışıyor ve uzun süre tekrarlıyorum sanırım. Paylaştığınız için teşekkürler 🙂
      Başka öykülerde görüşmek dileğiyle,

  6. Merhaba, öykünüz hoş, güzel, etkileyici ve akıcı olmuş. Maskeler ile rüya bağlantısı harika durmuş. Sonu iyiydi, güzel bağlamışsınız. Kaleminize kuvvet. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

  7. İşte budur dedim. Harika bir öyķü yamış İpek. Konu desen çok ilginç ve kışkırtıcı. Daha ilk paragrafta farkli bakış açısıyla okuru içine çekiyor. Öyküye katılmak müdahale ederek içinde olmak istiyor insan. Kiskırtıcılığı tam da bu noktada. Her pkura başka ilhamlar vererek de kışkırtıyor. Bence konuya sahip çıkıp uzun öykü denemelerine girişebilirsin. Hatta hemen bir senaryo yaz derim. Okurken sahne sahne gözümde canlandi vallahi. Sevgiler. Kutluyorum.

  8. Merhaba. Öykünüzü beğenerek okudum. Öykünün rüya vizyonunda kahramanın rüyadaki tutarsızlıkları fark ettiği andan sonraki gelişmeler güzel bir kurguyla anlatılmış. Bende tam bu atmosfere kendimi kaptırmışken, hele birde gerilime ve heyecana göz kırpan sahnelerin işaretini veren güzel diyaloglar sonrasında, işte öykü bundan sonra benim gözümde, tıpkı bir film şeridi gibi gerilim karelerinin makaslandığı hissi uyandırdı. Bence Hayalinizde ne varsa yazıya dökmeye çalışın öykünün başını alıp gitmesinden de korkmayın, bilinç altınıza güvenmelisiniz çünkü aklınızdaki fikir ve duyguların bir taşkın, bir sel gibi aktığı o yazma anında, bilinç altı zaten yüreğinizde tutuşturduğunuz hikayeden sapmalara ve dağılmalara asla izin vermeyecektir. Kaleminize sağlık . Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *